"Beşinci Mevsim"in Şairine...

BÜLENT KESKİN bkeskin42@gmail.com

“Düştü can evime dördüncü cemre,
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm.
Dört yüz seksen beş gün çekti bir sene,
On altıncı aya takvimsiz girdim”

Böyle bir başlığı ve arkasından gelen bu dörtlüğü okuduğunuzda ne hissettiniz bilmiyorum ama ben ilk defa okuduğumda beynimden vurulmuşa dönmüştüm. 17 yaşımdaydım ve aklım belki de bir değil on karış havadaydı. Bu nasıl bir nitelemedir diye anlamaya çalışırken ruhlara çizdiği resmin yırtılıp, sesinin kulaklara sığmadığını ve çağın çilesini sırtına sarıp Beşinci Mevsim’i yaşadığının farkına vardığımda ise kelimeler kifayetsiz kalmıştı.

Şairin ilk okuduğum şiiri bu değildi. Galiba ortaokul yıllarındaydım ve “İsyanlı Sükût”unu duymuştum ilk olarak. Hani herkesin en azından bir kere dinlediği veya okurken hüzünlere daldığı şiiri:

“Gitmişti makama arzuhal için
Bey dedi yutkundu eğdi başını
Bir azar yedi ki oldu o biçim
Şey dedi yutkundu eğdi başını” diye başlayan…

İlk olarak temin ettiğim ve bir gecede okuyup bitirdiğim kitabı;

“İçimde uzayan her yol
Çıkar gider dosta doğru
Nergis, ıtır, menekşe, gül
Kokar gider dosta doğru”

Mısralarıyla başlayan “Dosta Doğru” kitabıydı.

Bundan sonra da “Suları Islatamadım” şiirinden adını alan kitabını okumuştum.

“Ne payem oldu, ne sayem
En doğruya varmak gayem
Düşüncemdir tek sermayem
Alan yoktur satamadım
Suları ıslatamadım.”

Şimdi hatırlıyorum da bir arkadaşımla birlikte bayağı kafa yormuştuk bu suları ıslatamama mevzuuna. Bu kitapları almak oldukça zordu o zamanlarda. Suları Islatamadım kitabını bir eski kitapçıdan almıştım. Ne gariptir ki kitap ani başlayan bir yağmurda ıslandığı için kitapçı bayağı bir indirim yapmıştı bana. Lisede okuyan bir talebe için hatırı sayılır bir durumdu bu. Islanmış olmasına bakmadan sonuçta yazıları bozulmamış diye düşünmüştüm. Hâlâ kitaplığımda durur öylece, aklıma gelince arada bir karıştırır bazı şiirleri yeniden okurum o günleri hatırlayarak.

Üstadın su ile ilgili benzetmeleri hep düşündürürdü beni. “Dün Gece” adındaki şiirindeki;

“Çelik testereyle kestim suları
Yıkadım duvara astım suları.
Düşümde düşüme girdim dün gece…
Buluta yaslandım ışığı tuttum.
Seni hatırladım, seni unuttum
Kendimi kendime sordum dün gece”

Mısralarını okuduğumda da etkilenmediğimi söylesem yalan olur sanırım.

Her ne kadar bestelenip dillere düşen şiirinde;

“‘Yâr’ deyince, kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.”

Dese de Aşk’ın kâğıda yazıldığını da ondan öğrenmiştim.

“Aklın ucu değer hiçe
Yol ararım içten içe
Kâinat uyur sessizce
Ben hep seni düşünürüm.”

“Okuduğum mektup, gördüğüm güzel
Seni hatırlatır otuz yıl önce
Otobüs kalkarken sallanan her el
Seni hatırlatır, otuz yıl önce”

“Omuzumda sevda yükü,
Yollarda seni aradım.
Beste beste türkü türkü,
Tellerde seni aradım”

Mısralarında, içindeki hasreti, özlemi ve belki de muhatabına doğrudan söyleyemeyip kelimelere döküp ölümsüzleştirdiklerini sanki insanların romanları okurken kahramanlarını içselleştirdikleri gibi ben de onun hislerinin benzerlerini kendime mal edip durdum, kendime dair her okuyuşumda. Muhtemelen bu mısraları okuyanlar da her hecede kendilerini bulmuşlar, kendileri söylüyorlar gibi hissetmişlerdir farkında olmadan. Şair, kendi hisleriyle insanların kendi kendilerine hislenmelerine sebep olduğunda mı tam manasıyla başarılı oluyor sorusunun cevabı da bu olsa gerek…

Marş olup gönüllere nakşedilmiş şiirleri de vardır üstadın.

“Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hak yol İslâm yazacağız.”

Mısralarının şairini bilmeden dillerine dolayan insanların sayısı çok fazladır.

O yıllarda esaret altında yaşayan kardeşlerimizin sıkıntılı hallerini “Üşüyenler” ismini verdiği şiirde;


“Ezanlar buz tutmuş minarelerde
Yaylalar dermiş ki töremiz nerde
Yolların hasretle bittiği yerde
Her dağ yamacında bir mezar üşür.”

Diyerek anlatmaya çalışmıştır.

Birbirini unutmadan selamla kardeşliği hatırlatmayı da ihmal etmemiştir.

“Kırım’da şimşektir çakar bir yıldız
Kars’tan Fergana’ya bakar bir yıldız
Kerkük’ten Tebriz’e akar bir yıldız
Gardaştan gardaşa selâm, götürür.”

“Hasan’a Mektup” adıyla yazdığı yirmi tane şiiri vardır ki içerisinde toplumla ilgili ve yazıldıkları zamana dair mesajlar vardır. Bu yüzdendir ki “Mektup yazdım Hasan’a, ha Hasan’a

ha sana” mısrası oldukça meşhurdur ve manidardır da aynı zamanda. Beş adet de Hasan’dan Gelen Mektup adında şiiri vardır.

Yukarıda belirttiklerim dışında üstadın ondan fazla şiir kitabı olsa da Kan Yazısı, Vur Emri, Beşinci Mevsim, Gökçekimi meraklılarınca çok rağbet gören şiir kitaplarındandır.

“Deseler ki “İslam’ın pınarından içmek suç”
O suçu kabullenir içerim avuç avuç...”

Diyerek insanlara yol gösteren üstadın yine muhteşem bir dörtlüğüyle bu yazıyı sonlandırmanın iyi olacağı kanaatindeyim.

“ ‘Burdayım’ de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.”

Türk Edebiyatına büyük eserler kazandırmış büyük şair ve gönül adamı Abdurrahim KARAKOÇ’u rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun...