KAMİL BAYSAL

KAMİL BAYSAL

[email protected]

KENDİNİ BİLMEK – 9

26 Mayıs 2025 - 00:00

         “Kendini bilmek” çoğu zaman haddini bilmek gibi düşünülüyor ve bu anlamda kullanılıyor. Hatta tasavvuf ehlince “Ben yerlerin turabıyım” diyerek hiçlik mertebesinde görünmek istenir. Ama kendini bilmek için bu yeterli midir?

         Daha önceki yazılarımızda da aktardığımız bir alıntıya tekrar işaret ederek devam edelim.  “Yüksek kalorili yiyeceklerle tıkınmak bu yüzden genlerimize kazınmıştır. Bu gün çok katlı apartmanlarda ağzına kadar dolu buz dolaplarıyla yaşıyor olabiliriz. Ama DNA’mız, hala savan da yaşadığımızı zannediyor.” (“Hayvanlardan Tanrılara SAPİENS” Yuval Noah Harari, Kollektif Kitap, 57. Basım,  s.55)

          Bence bu düşünce çok iyi analiz edilmelidir. Yani insan DNA’sı akıl almaz bir organ olan, insan beynini oluşturduğunun farkında değil anlaşılan demiştik. Bu ayrıntı insanı tüm varlıklardan, kesin çizgilerle ayıran bir özelliktir. Bu nedenle de hayvanlara benzeyen (hani savanlardaki davranış biçiminden) davranışlardan uzaklaştırması gerekmektedir. Kişiden kişiye değişir dense de gerçekler, doğrular genelde toplumun mutabık kaldığı şeylerdir. Doğrular, yanlışlar, iyilik ve kötülükler, olumluluk ve olumsuzluklar normal insanlar tarafından bilinmektedir. Bu nedenle modern toplumda anayasa ve yasalar oluşturulmuş ve bu kurallar yaptırımlarıyla birlikte, toplumun veya temsilcilerinin onayından geçirilmişlerdir. Bu anlamda diyebiliriz ki; kötülük yapan insan bunu bilerek yapmaktadır. Olumsuzluğu tercih etmektedir. Muhtemelen de ruhsal bir rahatsızlığı bulunmaktadır. Yapılması gereken bu türden kişileri bulup tedavi etmektir. Kutsal kitaplarda belirtildiği şekilde mükemmel olan bir insanın güzel davranış sergilemesi için anayasa ve yasaya ihtiyacı olamaz. Ama gel gör ki, bu konuda da fikir birliği oluşturulamamaktadır ve 4.000 dolayında dini inanışdan söz edilmektedir. Buna rağmen hiçbir din, insanlığın aleyhine olamayacağından genelde benzer inanışlar sergilenmektedir. Örneğin tüm insanlığın Adem ile Havva neslinden geldiği konusunda görüş birliği oluşmaktadır. Bilim de buna karşı çıkamaz. Dünya nüfusunun bu günkü, yüz yıl önceki, bin yıl önceki, beş bin yıl önceki vb sayısal durumuna bakarsak hızla artmakta olduğunu görürüz. (Daha 5.000 yıl önce dünya nüfusunun 20 milyon dolayında hatta daha da az olduğu tahmin edilmektedir. Bu gün yalnızca İstanbul’un nüfusu o düzeylere ulaşmış durumdadır)  Demek ki geriye doğru gidildiğinde bir erkek ve bir kadından çoğalarak bu günlere geldiğimiz görülecektir. Bu bilgi bir anlamda kendini bilmek denilen şeydir.

         Evet Adem ile Havva’dan türedik ama dünyanın tamamına dağılırken coğrafi koşullara göre farklılaştık. Köylü olduk, kentli olduk, komşu olduk, uzak ya da yakın akraba olduk. Konuşma şekillerimiz değişti, farklı diller edindik. Ama insan farklı bir şeye evrilmedi, insan olarak kaldı. Ancak mükemmelleşme yönünde epey mesafe kazandı. Beyin gelişimi, bilim ve teknolojide eskiye oranla binlerce kat ileri ürünler geliştirilmesine yol açtı. Çoğu zaman söylendiği gibi bu gün her evde padişahların saraylarında olmayan konfor ve donanımlar bulunmaktadır. Buna rağmen insanlar hala nasıl hayvanlar gibi davranabiliyorlar. Ortak çıkarlar doğrultusunda anlaşmanın bir yolunu aramıyor ve bulamıyorlar?

        Marcus Chown, insanlığın gelişimini şöyle açıklamaktadır: “Kuarklarla leptonlar, atomları oluşturmak üzere bir araya gelir. Moleküller, gaz, sıvı ve katıları ve biyolojik hücreleri oluşturmak üzere bir araya gelir. Hücreler, bitki, hayvan, insan ve beyinleri oluşturmak üzere bir araya gelir. Ve insan beyinleri de, küresel bir teknolojik uygarlık oluşturmak üzere bir araya gelir.” “Dünyanın Tüm Dertleri” Marcus Chown, Çev: Zeynep Arık Tozar, Domingo Yayınları S.249)

         Barış, yardımlaşma ve dayanışma içinde yaşamak varken, insanlar neden birbirlerini düşman ilan ederler? Neden savaşırlar neden en aşağılık hayvandan daha kötü, daha acımasız davranabilirler birbirlerine. Yunan, Ermeni, Kürt, Türk, Alman, Katolik Ortodoks, Alevi Sunni vb ayrımlarını kaşımaya devam ederler? Hani hepimiz Adem ve Havva’nın çocuklarıydık, hani akrabaydık. İkinci dünya savaşı yıllarında Nazilerin Yahudilere yaptığı insanlık dışı davranışlar (Bakınız; Victor E. Frankl “İnsanın Anlam Arayışı”, Okyanus Yayınları” nasıl unutulur ki bu gün, belki de daha beter hayvanlıkları Yahudiler Filistinlilere yapabiliyorlar?

      Hangi yaratıcı kendisine inananlara, “Şu komşunuz olan ülkenin halkı bana inanmıyor, gidip onlara savaş açın, evlerini başlarına yıkın, kocalarını öldürün karılarını savaş ganimeti olarak alın vb. emirler verir?” O ülke halkını farklı bir tanrı mı yarattı? Böylesi bir savaşı anavatan savunması gibi görmek mümkün müdür? Yaratıcının gücü yetmiyor, zavallı yaratıklarından yardım mı talep ediyor, böyle mi düşünmemiz gerekiyor? Kendini bilen Allah’ın verdiği aklı da bilir ve kullanır.

    “İyilikler, iyilik yapanların başına gelir. Doğru şeyler yaparsanız, doğru sonuçları almanız kaçınılmazdır.” (“Mükemmellik Rehberi”, Robin Sharma, Pegasus Yayınları, Çeviri: Filiz Gülerkaya, s.89) Bu yaklaşım evrensel bir anlayış olarak görülmelidir.
     “Her gün, bize tercih yapma fırsatları sunulur ve seçme biçimimiz, kaderimizi şekillendirir.” (“Mükemmellik Rehberi”, Robin Sharma, Pegasus Yayınları, Çeviri: Filiz Gülerkaya, s.181)

    Marcus Aurelius’un kendisine yönelttiği şu güzel önerme ile son vermek istiyorum: “İyi bir insanın nasıl olması gerektiğini tartışma artık, iyi bir insan ol! (“Yıldızların Örtüsü Yoktur” Marcus Aurelius, Çeviren: Şadan Karadeniz, Yapı Kredi Yayınları, s.81)


 

YORUMLAR

  • 0 Yorum