KONUŞAN ANTİKALAR VE GÖNÜL EHLİ İNSAN CELAL UÇAR

SEVİL KÖSE sevil.kose.mehmet@hotmail.com

Akşehir esnaflarımızdan sayın Celal Uçar hayatın tanımını terziliği ve hobi olarak başladığı Antikacılıkla tanımlıyor. Her şey para değildir, müşterilerle duygusal bir bağ kuruyorum. Ben işimi yapıyorum, müşteri emeğimin karşılığını kendi tanımlıyor diyor.Yıllardır eskimeyen, eksilmeyen dostlarının olduğunu ve her birinin kıymetinin büyük olduğuna vurgu yapıyor.

Antikliğe olan hayranlığımız eskiye değil, doğaya olan hayranlığımızdır.diye tanımlıyor antikaya olan düşkünlüğümüzü Emorsan. Doğa ustamızın dükkanın da kendini tanımlıyor. Dükkana girip elinize bir bardak şekersiz çay alıp antikalara bakmaya başladığınız da  bütün eşyalar dile gelip konuşmaya başlıyor.

Önünde eskilerden kalma bir philips dikiş makinası, duvarlarında, raflarında antikalar. Kapıdan içeriye her giren insana hoş geldiniz diyerek, ne içersiniz diye sormayı da ihmal etmiyor.İnsan dostu, gönlü zengin esnafımız Celal Uçar’ın dükkanındaki antikalar kimi zaman dile geliyor. Her antikanın bir anısı var, her antikanın ayrı ayrı bir dili var.
Semaverler, koyun çanları, elek, testi, eski plaklar, radyolar, teyp, gramafon, duvar süsleri, çakmaklar, halı tarakları, lambalar.   Sukabakları, saatler, nargile. Tabaklar,bakraçlar,güğümler,tesbihler,avizeler,heybe,kaşıklar,eski paralar eskiye dair ne varsa eşya adına hemen hemen hepsi var.


Celal  Usta kimi zaman  sanki semaverde çayı demler gibi duruyor, saatlerin her birinin yelkovanı akrebi durduğu yerde kalmış sadece bir tanesi çalışıyor. Koyun çanları adeta bir koyunun boynunda sallanır gibi tavanda sallanıyor, dokununca  sanırsınız ki uzaklardan koyun sürüsü geliyor hissi veriyor. Elekler, kalburlar sanki içlerinden buğday taneleri dökülüverecekmiş gibi hazır duruyor duvarda. Testiler gerektiğinde içinden buz gibi sular içilecek gibi ben buradayım diyor.

Eski plakların içinden Neşet Ertaş’ın plağını alıp,  koyunca gramafona, Neşet usta dikiş makinasının sesi ile karışıp ‘’Hep yolcuyuz, böyle gelir böyle gideriz, Dünya senin vatanın mı yurdun mu '' diyerek, türküsünü çığırır gibi duruyor. Halı tarakları  her renk dokunmuş nakışları itina ile tararken , su kabakları türküye eşlik edercesine başını sallıyor.
Nargile kendi kendine fokurdarken  ara ara söyleniyor gibiydi, içinden ne olacak bu küçük esnafın halleri diyordu. Kalaycılar yok olmaya yüz tuttuğu bu zamanda  raflardaki kalaylı kaplar ,kalaysız kaplara hüzünle bakıyordu. Radyolar ah eski radyolar, hangisinin kulağını büksen kimi haber ajansı, kimi yurttan sesler korosu, kimi arkası yarın, kimisi de radyo  tiyatrosu sunar gibi duruyor.

Avizeler, kim bilir hangi evin, hangi konağın tavanını süslemişti Nakışlı heybelerin gözünden bir mart kuzusu atlayıverecekmiş gibi durması hiçten bile değildi. Eski antika paralara ne demeli insan şaşırıyor. Bir zamanlar bir ev alınabilen, bir zamanlar bir pamuklu şeker alınabilen, delikli kuruş, iki buçuk lira, bir lira, yirmi beş kuruş, beş kuruş gibi adı gibi kendi de olmayan eski paralar.

Rafta uzanan kılınç ise üzerinde Çerkezce yazı olan kim bilir hangi savaşa şahitlik etmiş antika bir kılınç.  Antikaların dili olsa neler söylerdi bilinmez . Antika eşyalara baktığımızda tarihe şahitlik eden her bir eşya manevi değer bakımından paha biçilmez eşyalar.
Emektar dikiş makinası ,kaç yırtık sökük dikmiş, kaç asvap dikmiş, kaç makara bitirmiş, kaç kumaşa iğne batırmıştır,kaç iyne kırılmıştır kim bilir.

Altmış yıla yakın terzilik ve antikacılık yapan ustamız Celal Uçar’ ın dükkanına yolunuz düşerse uğrayınız. Ustamızın hayatı  antikalardan tanımladığına şahit olur, çay içersiniz. konuşan antikalara , bu zamanın insanına benzemeyen ustamız ‘’Her şey para demek değildir’’ sözü adına gönül ehli bir insan tanımış olursunuz. Konuşan antikaların diline şahitlik etmiş olursunuz.