Türkiye'nin dört bir yanında yükselen alevler, sadece ağaçları değil, içimizdeki vicdanı, merhameti ve insanlığı da yakıp kül etti. Gözyaşlarımız sel olup aksa da, yanan her bir ağaçla birlikte içimizdeki bir parça da korlara karıştı. Bu yangınlar, sadece ekolojik bir felaket değil, aynı zamanda toplumsal ve vicdani bir çöküşün de acı bir simgesi haline geldi.
Türkiye genelinde etkisini artıran sıcak hava dalgası, orman yangınları riskini en üst seviyeye taşıdı. Son günlerde Aydın, Malatya, Sivas, Adıyaman, Antalya, Uşak, Mersin, Karabük, Kahramanmaraş, Afyon, Denizli ve Bursa’ya kadar uzanan ateş hattı, ciğerlerimizi değil, ruhumuzu da yaktı. Yetkililer, çıkan yangınların doğrudan veya dolaylı olarak yüzde 96'sının insan kaynaklı olduğunu belirtti. Gökyüzünü kaplayan kara dumanlar, sadece duman değil, aynı zamanda umutlarımızın, geleceğimizin ve çocuklarımıza bırakacağımız mirasın da kararmış bir görüntüsüydü. Yanan her ağaç, nesli tükenen bir canlının, yuvasız kalan bir kuşun, toprağına hasret bir fidana dönüşmüş bedenlerin acı çığlığıydı. Bu çığlık, kulaklarımızı sağır etmeli, içimizi titretmeliydi.
Ancak ne yazık ki, yangınlarla birlikte yükselen sadece alevler olmadı. Kimi zaman siyasi çekişmelerin, kimi zaman sorumsuz açıklamaların, kimi zaman da kayıtsız şartsız seyirci kalışımızın getirdiği bir sessizlik de sardı etrafı. Yanan ormanlarımıza karşı gösterilen duyarsızlık, sadece bir "ağaç yanıyor" meselesi değil, "insanlığımız yanıyor" gerçeğinin de en acı kanıtıydı. Vicdanlarımızda yeşeren merhamet tohumları, bu yangınlarda kurudu, çatladı ve nihayetinde kül oldu.
Hatırlayın o günleri. Sosyal medyada dönen, bir canlının alevler içinde nasıl kıvrandığını gösteren o fotoğrafları, o videoları... Bir yanımız acıyla kavrulurken, diğer yanımızda oluşan o tarifsiz boşluk. Bu boşluk, insanlığımızın, empati duygumuzun, en temel insani reflektörlerimizin de yandığının göstergesiydi. Hızla değişen gündemler arasında kaybolup giden bu acı, yerini başka tartışmalara, başka polemiklere bıraktıkça, asıl büyük yangının içimizde devam ettiğini fark etmedik.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, sadece yanan ormanların enkazını değil, aynı zamanda insanlığımızın da küle dönmüş halini görüyoruz. Yeşilin yerini griye, umudun yerini çaresizliğe, vicdanın yerini duyarsızlığa bıraktığı bir tablo. Peki, bu yangınlardan ne ders çıkardık? Yeniden yeşerecek mi içimizdeki merhamet tohumları? Yoksa bu yangınlar, insanlık tarihimizin en acı sayfalarından biri olarak mı kalacak?
Bu sorunun cevabı, her birimizin vicdanında saklı. Küllerden yeniden doğmak, sadece doğanın değil, insanlığın da bir diriliş öyküsü olabilir. Yeter ki, yanan sadece ormanlarımız değil, insanlığımızın da kül olduğunu hatırlayalım ve bu acı tecrübeden ders çıkararak, geleceğe daha merhametli, daha vicdanlı ve daha duyarlı adımlarla ilerleyelim. Unutmayalım ki, bu yangınlardan geriye kalan en değerli miras, kaybettiğimiz ormanlarla birlikte, yeniden kazanmamız gereken insanlığımızdır.
2025 itibarıyla Türkiye’nin orman yangınlarıyla mücadelede 27 yangın söndürme uçağı, 105 helikopter, 14 insansız hava aracı (İHA), 6 bine yakın kara aracı ve 25 bini aşkın personelle Avrupa’nın en hazırlıklı ülkelerinden biri konumuna ulaştığı vurgulandı. 2002 yılında yalnızca 73 ton olan havadan su atma kapasitesinin bugün 438 tona çıktığı; aynı dönemde 637 olan kara aracı sayısının ise 5 kat artarak 5 bin 359’a ulaştığı belirtildi.
Bu vesileyle, ikisi Konya’mızdan olmak üzere yangın söndürme çalışmalarında yaşamını yitiren tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.
YORUMLAR