Tarih, çoğu zaman büyük orduları, yüksek rütbeleri ve meydan muharebelerini yazar. Oysa bir milletin kaderi, bazen bir dağ patikasında, bazen gecenin karanlığında atılan sessiz bir adımda değişir. Kılavuz Hatice’nin hikâyesi, işte tam da bu sessiz ama sarsıcı adımların hikâyesidir.
I. Dünya Savaşı’nın ardından Anadolu, yorgun ama boyun eğmemiştir. Mondros Mütarekesi’nden sonra Çukurova ve çevresi Fransız işgaline uğradığında, Toros Dağları yalnızca bir coğrafya değil; direnişin sığınağı olmuştur. 17 Aralık 1918’de Mersin’in işgaliyle birlikte Fransız birlikleri Adana ve çevresinde ilerlemeye çalışırken, karşılarında sayıca az ama iradesi büyük Kuvâ-yi Milliye güçlerini bulmuştur.
İşte bu günlerde, Gülek ilçesinin Panzınçukur (Yaylaçukuru) köyünde yaşayan Hatice Hatun, tarihin çağrısını duyanlardan biri olur. Babası Hasan Ağa ve ağabeyleri Emin ile Derviş Ağa Kuvâ-yi Milliyecidir. Hatice de bu mücadelenin içinde, cephe gerisinde değil; yolun tam ortasında yer alır. Toroslar’ı bilen, geçitleri tanıyan, dağın dilinden anlayan bir Anadolu kadınıdır o.
1920 baharında Fransız birlikleri Toroslar’da tutunamaz. Pozantı hariç bölge Kuvâ-yi Milliye’nin kontrolüne geçer. Nisan ayında Pozantı’da sıkışan 412 no’lu Fransız taburu kuşatılır. Yardıma gelen Fransız birlikleri başarısız olur ve Adana’ya çekilir. Bunun üzerine tabur komutanı Binbaşı Mesnil’e, taburuyla birlikte gece yarısı dağ yollarından Mersin’e çekilmesi emri verilir.
25 Mayıs’ı 26 Mayıs’a bağlayan gece, Fransız taburu çemberden çıkmayı başarır. Ancak Toroslar karanlık, geçitler dar, tehlike büyüktür. Bu sırada Hatice Hatun ve Kumcu Veli ile karşılaşırlar. Fransızlar, bölgedeki Kuvâ-yi Milliye etkinliğini bildiklerinden kılavuzluğa ihtiyaç duyarlar. Hatice Hatun, sözde bu teklifi kabul eder.
O gece, yaklaşık bin kişilik Fransız işgal birliğine yol gösterenlerden biri Hatice Hatun’dur. Fakat o, işgalcileri güvenli yollara değil; Karboğazı’na, yani sonlarına götürmektedir. Elmalı Boğazı’ndan Karboğazı’nın Delmeli Mezarlık Boğazı’na ulaşıldığında, Kuvâ-yi Milliye pusudadır.
Kılavuz Hatice’nin verdiği işaretle çatışma başlar. Sonuç tarihe Karboğazı Baskını olarak geçer. Yalnızca 44 kişilik Kuvâ-yi Milliye gücü, yaklaşık 700 kişilik, özel eğitimli Fransız birliğini teslim alır. Çatışmalarda yaklaşık 200 Fransız askeri öldürülür; 1’i binbaşı olmak üzere 23 subay ve 650 civarında er esir alınır. 2 top, 8 makineli tüfek, bin kadar tüfek, atlar ve katırlar ele geçirilir.
Bu baskın, Anadolu’daki Fransız askeri direncini sarsar. Haber, Çukurova Batı Kesimi Komutanı Sinan Paşa aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa’ya ulaştırılır. Mustafa Kemal Paşa’nın gönderdiği tebrik telgrafı, bu mücadelenin millet nezdindeki yerini mühürler:“Devamlı başarılarınızı tebrik eder, size ve kahraman Kuvâ-yi Milliyemize selam ve teşekkür ederim.”
Karboğazı Baskını, yalnızca bir askeri başarı değildir. Fransa’nın bölgedeki işgal planlarını bozan, Ankara Antlaşması’na giden süreçte Türk tarafını güçlendiren dönüm noktalarından biridir. Ve bu başarının merkezinde, bir Anadolu kadınının cesareti ve feraseti vardır.
Yıllar sonra, 1930’lu yıllarda Adana Atatürk Parkı’na dikilen “Kahraman Türk Kadını Heykeli” ile Hatice Hatun’un hatırası somutlaşır. Atatürk’ün 19 Kasım 1937’de bu anıtı ziyaret etmesi, verilen mücadelenin ne kadar derin bir anlam taşıdığını gösterir. Karboğazı’ndaki Kuvâ-yi Milliye Anıtı ise onun adını Toroslar’ın hafızasına kazır.
Kılavuz Hatice bize şunu öğretir:
Vatan, yalnızca silahla değil; akıl, cesaret ve doğru zamanda doğru yönü göstermekle kurtarılır. Minnetle.

YORUMLAR