Başımızın üzerinde dahi gerçekte yeri olan sosyal ağ platformları, algısal yönden ihtiyaçlarımızı bizim yerimize kolay şekilde karşılayabiliyor. Bizler ise bu durumu ana kucağa olarak görüp hiç yadırgamıyoruz. Sonuçta bizi bizden iyi tanıyan küçük işlemcilerimiz var. Doğruluk payı ise tartışılır.
Fıtratından kötülüğe yatkın olan insanoğlunun bu sahte kimlikleri benimsemesi pek zor olmadı. Oturduğu yerden istediği kişiliğini ön plana çıkararak arka taraftaki asıl kendisini sakladı. Sözde okyanusların sefasını sürerken içindeki alaboradan gemisini kurtarmaya çalıştı. Böyle böyle yalnızlaştı insan.
O kadar duyarlı tayfalar türedi ki sonra; dışarıdaki olup bitenden ilk onun haberi olmasına rağmen dışarıya hiç çıkmayan, yakınının problemini tüm samimiyetiyle (!) yorum yaparak gösterdiğinde yardımcı olduğunu sanan, arkadaşlarını önemsediği için onlardan habersiz kalamayan, her gün mutlu olduğunu paylaşmayı kendine iş edinen... İnsanlar internetin içine sığdı, a dostlar!
Takipçi sayımız kadar kendimizi değerli görür olduk. Paylaşım yapabilmek için geziyoruz, gelen beğeni sayısı kadar kendimizi güzel hissediyoruz. Gerçek hayatta birisi hoşumuza gitmeyecek bir şeyi sözlü olarak dile getirdiğinde karşı çıkıp, tepki gösterebiliyoruz. Ancak internet ortamına bunu gerçekleştiremiyoruz. Çünkü bizdeki “el alem” kavramı modernleşti. Onların kırmızı kalplerine ve çoğunluğun düşüncesine sahip çıkmaya ihtiyacımız var.
Her şeye alışan insan hayatındaki hıza da çok çabuk alıştı. O gün yaşadığı olayı diğer gün sormaya bile tenezzül etmedi. Çünkü internet bağlantısının hızına ayak uydurmalıydı. Diğer gün başka düşüncelere kapıldı. Böyle olunca da çoğu işini yarım bıraktı. Aslında kendini yarım bırakıyordu. Sevgisi oldukça kırılganlaştı. Çaba sarf edecek kadar artık kimseyi önemseyemedi. Ne de olsa bu gece; yarın daha iyisini bulurum, diye uyuyordu. Kolayca ulaştıklarını, kendisinin de o yolda olduğunu unutarak umursamayı bıraktı.
Sosyal medyada çiçek videolarını beğenirken; çoğu çiçeğin kokusunu unutmaya başladık. Bunların yerini; sosyal medya kitlesi tarafından “geçici değerli” ilan edilen kişilerin önerdiği, birçok kokunun birbirine karıştırıldığı, pahalı – ama herkeste varsa bende de olmalı dediğimiz- parfümler aldı. İçilen kahvelerin artık kırk tane fotoğrafı olmazsa maalesef onlar kahveden sayılmıyor. Bu devir görselliğe değil, göz boyamaya önem veriyor. Bunun için de sosyal medyanın filtrelerinden esinleniliyor.
Son olarak da şunu eklemek istiyorum: Eskiler özlenmiyor, yitirilen duygular özleniyor. Hatıralara dalarken içinde gerçekten yaşayan siz olduğunuzu hatırlıyorsunuz. Odak noktanız güvendiğiniz ve huzurlu hissettiğiniz kişilerden oluşuyor. Şimdi ise hiç tanımadığınız bir kişinin sizi huzursuz hissettirmesine izin veriyorsunuz. O kişiyi tanımak için kendinize yeterince zaman vermiyorsunuz. Hatta bazen bu “yabancılar” dostlarınızdan, ailenizden bile size daha iyi bir kişi olarak gelebiliyor. Bunun en önemli sebebi ise henüz o kişinin sizinle tanışmak için takındığı maskeyi yüzünden çıkarmamış olması. Ailenizin ve dostlarınız sizin yanınızda maske takmadığı için siz bu hislere kapılıyorsunuz. Sahte dünyanın en gerçek karakterinin bile yaşamı, bir farenin tutup kabloyu kemirmesiyle son buluyor. Arkanıza baktığınızda fotoğraflardan daha da mutlu hatıralara sahip olmanız dileğiyle.
YORUMLAR