AV.FATMA ŞEREF POLAT

AV.FATMA ŞEREF POLAT

[email protected]

SES Mİ, YANKI MI?

22 Temmuz 2025 - 00:01

Toplum Neden Vasat Olanı (yani ortalama zeka yetenek sahiplerini) Ödüllendirir ve Nitelikli Olanı (zeki, özgün, özgür, üretken ve dürüst davrananları) Dışlar?

Siyasi hayatta, bilimde, sanatta ve akademide "vasatlık" daha kolay yükselir. Gerçek yetenekler ise çoğu zaman ya geç fark edilir ya da hiç fark edilmez.

Peki ama neden? Bu can sıkıcı gerçeği Schopenhauer'un bakış açısından inceleyecek olursak:

"Zekâ ve kavrayışla toplumda popüler olabileceğini düşünen kişi, hâlâ hayatın gerçeklerini öğrenememiş bir acemidir. İnsanların büyük çoğunluğu, bu tür nitelikleri kıskanır ve öfkeyle karşılar. Bu öfke genellikle bastırılır, hatta kişi kendine bile gerçek nedenini itiraf etmez. Ancak şu olur: Birisiyle konuşan kişi, karşısındakinin kendisinden çok daha zeki olduğunu fark eder. Ve bilinçdışı bir şekilde şöyle bir sonuca varır: 'Demek ki bu kişi de benim yetersizliğimi görüyor ve küçümsüyordur. Bu düşünce, içerlemiş bir öfke ve nefret doğurur."
Schopenhauer burada, insanların zekâyla karşılaştıklarında duydukları rahatsızlığı, bir tür "mesafe duygusu" (Nietzsche'nin deyimiyle "pathos of distance") olarak tanımlar. İnsanlar, zeki birini görünce, bilinçdışı bir biçimde kendi yetersizliklerini hatırlar ve bu da onları içten içe rahatsız eder. Bana göre sadece “bu insan benim yeteneksizliğimi görüyor” duygusu değil buradaki: “Bu insanı gören toplum bendeki eksiği de fark edecektir” korkusu…

Yine Schopenhauer'a göre:
"Zekânı göstermek, dolaylı olarak karşındakine 'sen aptalsın' demektir. Bu, çoğu kişi için dayanılmaz bir aşağılanma hissi yaratır. Çünkü herkes kendini zeki görmek ister, kıyaslanmak ise tahammül edilmesi zor bir durumdur."

Yani insanlar, zihinsel olarak kendilerinden üstün birine hakaret ederek durumu 'irade' düzeyine çekerler. Zihinsel alanda eşit değillerdir ama irade alanında -öfke, hakaret, küçümseme gibi yollarla eşit hissetmeye çalışırlar. Onun başarılarını görmezden gelerek, alay ederek veya yok farz ederek de kendilerini daha iyi hissetmek isterler.
Schopenhauer devam eder:

"Toplumda, mevki ya da zenginlik saygı görür. Ama zekâ asla! Zekânın en fazla karşılaşabileceği şey yok sayılmaktır. Eğer fark edilirse, bu bir küstahlık gibi algılanır ya da sahibinin gurur duyma hakkı olmayan bir ayrıcalık gibi görülür."

Zekâyı toplumda göstermek, çoğu zaman bir cezayı da beraberinde getirir. İnsanlar, seni küçük düşürmek için bir fırsat kollamaya başlar.

Bu noktada Sadi’nin bir sözünü hatırlatır:
"Aptallar, bilge kişilerle bir araya gelmeye yüz kat daha isteksizdir; bilge kişiler ise aptallardan sadece biraz uzak durur."
Ve ardından gelen en çarpıcı yorum:
"Aptal olmak, sosyal çevre edinmek için bir avantajdır. Tıpkı vücut soğukken ateşe yaklaşmak gibi, zihinsel olarak üstün hissetmek isteyen kişi de kendisinden daha aşağıda olanlarla birlikte olmayı arzular."

Schopenhauer, zekânın yalnızlığa neden olduğunu vurgular. İnsanlar, zeki kişileri bilinçdışı bir kıskançlıkla iter, ardından bu kişileri karalamak için bahaneler üretirler. Buna karşılık, düşük zekâlı biri daha uyumlu, alçakgönüllü ve sevecen olabilir. Çünkü çevresine ihtiyaç duyar. Bu yüzden siyasi hayatta, bilimde, sanatta ve akademide vasat olan hızlı bir şekilde yükselirken nitelikli olan görmezden gelinir.


Schopenhauer bu önemli noktalara temas etse bile biraz da bu durumu normalleştiriyor çözüm sunmaktan ziyade böyle kabul edelim gibi yaklaşıyor. Oysa bütün toplumların dolayısı ile insanlığın sağlıklı bir şekilde ilerlemesinin önündeki en önemli engellerden biri bu bence… Ortalama konuşan toplumun ve yetenekteki insanlar daha ziyade ezberci, sloganik düşünüp konuşan toplumun sevdiği davranışları devamlı taklit eden ama aslında özgün ve gerçek hiçbir şey üretemeyen kişilikler. Onlar hep kendinden önceki seslerin yankısı gibidir, ses değildir. Oysa bizim kendi gerçek sesini çıkaranlara ihtiyacımız var.  Onların sesini boğmaktan vazgeçmeliyiz artık.

Bu noktada Carl Jung’da bir göz atalım. O da konuya sert bir giriş yapsa da çözüm yolları konusunda daha fazla ümit veriyor. Jung’a göre “Dünya kendi yaşanmamış hayatlarından dolayı acı çeken insanlarla doludur dünya onlara karşı acımasız olduğu için değil kendi potansiyeline ihanet ettikleri için ya acımasız eleştiren ya da katı yürekli olurlar. Sanat üretmeyen sanatçı, üreten ile alay eder. Aşkı göze almayan insan âşık olanla dalga geçer. Kendini bir düşünceye adamayan kişi inancı küçümser ama yine de hepsi işte nice acı çeker, çünkü bilirler alay ettikleri hayat aslında yaşamaları gereken ya da yaşamak istedikleri hayattır”

Çözüme gelelim derken yazının sonuna geldiğimin farkındayım. Belki bir başka sefere o konuyu daha geniş işler başka düşünürlere de danışırız. Ama anahtarın Jung’un “kendi potansiyellerine ihanet ettikleri için” sözünde gizli olduğunu söylemeliyim. İnsanlar kendi potansiyelini, içindeki cevherleri tespit edip işlemek parlatmak yerine, başkasının ışıltısı ile uğraşmayı daha kolay buluyor galiba…

Ama biraz da kendi sesimizi bulmaya gayret edelim. Taklit kolay ve çabuk takdir kazandıran bir şey olsa da yankı gibi sönük ve geçicidir. Oysa kendi özgün sesiniz hem daha güzel yankılara hem de kendi sesini arayanlara güzel bir yol açabilir.
Bir başka yazıda buluşuncaya kadar hoşça kalın…

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum