ALLAH RESULÜNÜN AŞKIYLA YOLA REVAN OLAN BİR ŞAİR   "ŞAİR NABİ"


 1642 senesinde Şanlıurfa’da, dünyaya gelen şair Nâbî’nin tam olarak   ismi   Yusuf Nâbî’dir. Divan edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biridir. Eğitim hayatını Şanlıurfa’da geçiren yazar ve şair Nabi hayatının büyük bölümünü  İstanbul’da geçirmiştir. Geçirdiği bir hastalık sonucu 1712 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.Daha çok hikemi şiirler yazan şair Nabi  Peygamber âşığı olarak büyüyen bir insandır. Şairler genelde naif insanlardır. Sevgisini şiir ve dizelere dökerek söyler. İnandığı yolda ve fikrinin oluşturduğu alana ağırlık vererek şiir portresini ortaya koyar. Kiminin söyleyemediği konuları şiirsel söylevlerle dile getirir. Şair Nabi de peygambere olan sevgisini, bir hac yolculuğunda Osmanlı Türkçesiyle yazıp söylemiş olduğu bu şiir vasıtasıyla bilinir hale gelmiş ve meşhur olmuştur. Kesin kaynaklara göre Hz. Peygambere yazmış olduğu naatı şiiri, anlatıldığı şekliyle  hikaye şöyle gerçekleşmiştir.

  1678 IV. Sultan Mehmet zamanında Şair Nabi devlet ricaliyle birlikte Hac vazifesini ifâ etmek  için yola revan olur. Nâbî çok heyecanlıdır. Zira peygamber âşığı olan bir şair için Medine onur ve mutluluk yeridir. Lakin yol çok uzundur. Yolda bir müddet dinlenirler. Herkes oldukça yorgundur. İçlerinden bazıları istirahate çekilirler. Tam bu esnada Yusuf Nâbî’nin dikkatini biri çeker. Dikkatini çeken bu adam bir paşadır. Paşa ayaklarını Medine’ye, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimizin (s.a.v) mübarek istirahatgâhına doğru uzatarak yatmaktadır. Nâbî’yi derin bir elem sarar. O anda kalbine iltica eden ilham ile şu naatı okur:

“Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ`dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, Makam-ı Mustafâ`dır bu.

(Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allahu tealanın sevgilisi olan peygamber efendimizin bulunduğu yerdir. Bu yer Hak tealanın nazar evi, Resulü Ekrem'in Makamıdır.)

 Felekte mâh-ı nev, Bâbu`s-selâm`ın sîne-çâkidir;
Bunun kandîli, cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bu.


(Gökyüzündeki yeni ay, onun kapısının, yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki ağlak yıldızı bile  o peygamberin nurundan doğmaktadır.)

Habîb-i Kibriyâ`nın, hâbgâhıdır fazîlette;
Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ`dır bu.


(Burası Cenab-ı Hakkın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. Fazilet Yönünden düşünülürse Allahu Teala'nın  arşının en üstündedir.)

 Bu hâkin pertevinden oldu, deycûr-i adem zâil;
Amâdan açtı mevcûdât, çeşmin tûtiyâdır bu.


(Bu mübarek mukaddes toprağının parlaklığından, yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı. Zira burası kör gözlere şifa veren sürmedir.)

 Murââd-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha;
Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.”


(Ey Nâbî! Bu dergaha, edebin şartlarına riayet ederek gir. Zira burası, büyük meleklerin etrafında pervane olduğu ve peygamberlerin hürmetine eğilerek öptüğü tavaf yeridir.)

Paşa, saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında utanır. Hemen toparlanarak Nâbî’ye döner ve der ki:- Bu şiiri ne zaman yazdın?- Az önce yazdım.- Peki bu şiiri başkalarına okudun mu?- Hayır ilk defa okudum. Sizden başka da duyan olmadı.-Paşa bunun üzerine bu mevzunun aralarında bir sır olarak kalmasını rica eder. Nâbî bu ricaya sükût ile cevap verir ve konu kapanır. Ardından kafile yola çıkar. Bir sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaşırlar. Şehre edep ile girerler. Lakin ezandan önce müezzinlerin dudaklarından dökülen cümlelere şaşırır kalırlar. Medine’de bulunan bütün müezzinler aynı cümleleri söylüyorlardı. Müezzinler ezandan önce bir naat okuyordu. Paşa ve Nâbî şaşkınlıklar içerisindedir. Çünkü bu naat, Nâbî’nin paşaya okuduğu naattır. Hemen mescide varırlar. Sabah namazının ardından müezzinin yanına giderler.

Nâbî müezzine sorar:- Ezandan önce bir naat okudunuz. Bu natı nerden öğrendiniz?- Söyleyemem. Sır.- der. - Fakat az önce okuduğunuz naat bana ait.- deyince-Senin ismin Nâbî mi? der. Nabi- Evet der. - Öyleyse dinle. Bu gece Allah Resulü (s. a. v) rüyamızda bize: “Ümmetimden Nâbî isimli bir şair beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu âşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu naatı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.” buyurdular der. Bunun üzerine,Nâbî’nin gözleri dolu dolu olmuştur. Boynu neredeyse iki büklüm olmaktan yere değer. Sevincini anlatacak tarif bulamaz. Diğer bir taraftan ise paşanın utancı vardır. Paşa utancını nasıl dile getirdi bilinmez ama Nâbî’nin dudaklarından şu sözler dökülüverir:

Demek ki Peygamber Efendimiz (s. a. v.) bana “Ümmetim!” dedi. Demek ki iki cihan güneşi beni ümmetliğe kabul etti. Elhamdülillah.-diyerek bayılır.Kendine geldikten sonra mutlu ve mesrur olmuş bir şekilde Allah Resulünü selamlamaya gider. Dünyanın en mutlu insanı olarak hac İbadetini şuurla tamamlayarak Ülkesine döner. Saygı, hürmet ve edebin timsali Şair Nabi’ yi ve hayatında bu edebi göstermiş ve vefat etmiş tüm  hürmetkarlara Allah rahmet eylesin.

  Aynı saygı, hürmet, edep içerisinde, hayatını Allah’ın emri ve Allah Resulünün sünneti ile  süsleyen güzel insanlara selam olsun.

Selam ve Dua ile Kalın….