BAĞA GİRDİM BAĞ BUDANMIŞ



          Az önce radyoda çalan bir türküyle irkildim. Beni taaa nerelere götürdü ve derinden burkuldum. Çünkü; bu türkünün hikayesini biliyorum. Yaşanmış, gerçek  bir hayat hikayesi. Böylesi derinden etkilendiğim bu türkünün hikayesini sizlerle paylaşmak istedim bu hafta da. Önce türkünün adını yazayım. Hepimizin bildiği, yıllardır dinlediğimiz bir türkü; '' Bağa Girdim Bağ Budanmış''. Yani; ''O tepeden bu tepeye oyun olur mu? On beş yaşında da Nazife de hanıma doyum olur mu?''

          Evet, hareketli, neşeli, kıpır kıpır bir türkü gibi görünse de, hatta bir çoğumuzun aklına rahmetli Kemal Sunal'ın ''Tosun Paşa'' filminden, kadınların neşe ile hamamda söyleyip dans ederlerken diğer yandan da Seferoğulları ile Tellioğulları kadınları arasında güle eğlene atıştıkları o sahne gelerek yüzümüzü gülümseten bu türkünün aslında nasıl çok acıklı bir hikayesi var belki çok azımız biliriz. Okuduğunuzda sizleri de nasıl derinden etkileyeceğinden hiç kuşkum yok. Türiküye konu hikaye; Tekirdağ, Şarköy ilçesinde yaşanıyor...

          Uzun yıllar öncesi Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinden genç bir kız mezun oluyor ve Tekirdağ, Şarköy'e öğretmen olarak atanıyor. Aynı zamanda genç kız Tür Silahlı Kuvvetlerinden rütbeli bir subayla da nişanlı.  Yaz tatilinde hayalini kurduğu bir düğünle evlenip, sevdiği adamla bir yuva kuracak. Çok güzel ve alımlı bu genç kız başarılı da bir öğretmen. Ki kısa sürede köy halkının sevgi ve saygısını kazanır. Öyle ki yaza düğünü olacağını öğrenen köy halkı genç kıza çeyiz bile hazırlar. İşte böyle mutlu ve umutlu günler yaşanırken köyün toprak ağası diye bilinen, kötü kalpli ve ahlaksız yaşlı bir adam bu güzeller güzeli genç kıza göz koyar ve öğretmen genç kızı rahatsız etmeye başlar. 

          Güzel öğretmen o'nu istemedğini, nişanlı olduğunu anlatsa da adamla baş edemez. Korktuğu için bu ağa denilen ahlaksız adamı kolluk kuvvetlerine şikayet eder. Ancak ağanın eli, kolu uzundur, bu yüzden de pervasızlığına devam eder. Öğretmenin ayaklarına dünyaları serse de, öğretmen kız elinin tersiyle hep iter. Ağa bu itilmeyi hazmedemez, kendine yediremez ve hain planlar kurmaya başlar. Bir gece yarısı güzel öğretmenin kapısı çalar ve öğretmen korku içinde kapıyı açar. Kapıda bir kaç asker ve bir askeri araç durmaktadır. Asker; ''-Ankara'dan telgraf geldi, babanız ağır hasta. Sizi Ankara'ya götürmek için görevlendirildik.'' der. Öğretmen, askere güvendiği için hazırlanır. 

          Askeri araca biner ve yola çıkarlar. Bir süre sonra araç başka yola sapınca öğretmen korkuyla; ''-Nereye gidiyoruz?'' diye sorar. Asker kılığına girmiş adamlar ise hemen öğretmenin ağzını kapatıp ellerini bağlarlar. Öğretmen tuzağa düşürüldüğünü ve kaçırıldığını anlar, çırpınır ama nafile, ne çare. Bir süre sonra ağanın çiftliğine varılır. Ağa sanki savaş kazanmış kumandan gibi kapıda beklemektedir. Oysa yaptığı ahlaksızlıktır, haksızlıktır. ama bunu göremeyecek kadar da cahildir. Öğretmeni kaçıranlar, asker kılığına girmiş, ağanın adamlarıdır. Öğretmeni ağaya teslim eder ve kaçarlar. Ağa öğretmene zorla sahip olur. Güzeller güzeli Nazife öğretmenin dünya başına yıkılmıştır sanki. Yüreğini parçalayarak ağlar, günlerce, aylarca ağlar. Her gün kaçmak için çareler arar ama eli kolu bağlı, çaresiz kalır. Hayalleri, umutları, geleceği yok edilmiştir.

          Nazife Öğretmenin ailesi, nişanlısı bu olayı duyarlar. Hukuki yollara başvurur, çırpınırlar. Çiftliği dahi basarlar ama nafile. Ağanın eli, kolu uzun, ağalık gücü baskın gelir ve Nazife Öğretmeni kurtaramazlar ağanın elinden. Nazife'nin öğretmenlik hayatı da bitmiştir. Nazife yaşayan bir ölüdür artık. İşte böyle esaret günlerinden birinde Nazife intikam yemini eder. Zamanla durumu kabullenmiş gibi görünsede içinde ki intikam ateşini de büyütür. İki yıl sonra Nazifenin babası gerçekten hastalanır ve yoğun bakımdadır. Ağaya haber verilir, ağa bütün hazırlıkları yapar ve Nazifeyi Ankaraya hasa babasına götürür. Bu arada Nazife de fırsatı değerlendirir, kuzenlerine bir tabanca bulmaları için haber yollar. Hastaneye varılır, Nazife babasına, ailesine kavuşur. Kuzeni tabancayı orada gizlice verir Nazifeye. Nazife hiç düşünmeden yılların intikam ateşiyle hemen orda art arda sıktığı kurşunlarla ağayı vurur ve öldürür. Nazife Öğretmen bir katildir artık.

          Aylar süren davalar sonunda güzeller güzeli Nazife Öğretmen ''Katil'' sıfatıyla hapishaneye düşer. Kadere bakar mısınız! Bir bir emek ve umutla üniversite oku öğretmen ol, bir de yüreğinde sevdiğin bir adam olsun ve bir ''Kötü'' yüzünden, bir ''Ahlaksız'' yüzünden gençliğin, emeklerin yansın. Bir de üstüne ''Katil'' ol, hapislere düş. Tarifsiz bir dram ve acı. Yaşanan bu acı olay ağıtlara dökülür. İşte az evvel dinlediğim türkü tüm Türkiyenin diline dolanır. ''Çıktım Şarköy'ün yoluna sıra sıra zeytinler, on beş yaşında da Nazife de Hanıma yazık ettiler.'' Ben bu türkünün böylesi acıklı hikayesini dinlediğimde sonrası ne olmuş Nazife Hanıma diye merak ettim. 

          Nazife Öğretmen beş yıl sonra af yasası ile hapisten çıkmış, buralarda duramayacağını anlamış ve Almanyaya işçi olarak gitmiş, zamanla kendine yeni bir hayat kurmuş, bağrına taş basıp başını dik tutmuş. Fabrikaya bisikletle gelip gidermiş. Bir gün yine işe giderken bisikletine araba çarpmış ve güzeller güzeli Nazife Öğretmen daha 33 yaşında iken oracıkta can vermiş. Cesedini gazete ile örtmüşler, bisikleti yol kenarında... Cenazesi vatanına, Ankaraya getirlimiş, orada da toprağa verilmiş. Bir zamanlar gençliğinin, hayallerinin, umutlarının ve yaşam hakının elinden çalındığı memleketinde bir avuç toprağın altına gömülmüş Nazife Öğretmen, daha 33 yaşındayken...

          Nişanlısı hiç evlenmemiş. Her gün Nazifesinin mezarına gider ağlarmış. Bir gün Nazife'nin mezarı başında onu da ölü bulmuşlar. Bir kötülük, bir ahlaksızlık ve bir cehalet, kocaman ve pırıl pırıl hayatları nasıl da yerle yeksan etmiş! Nasıl da adına ağıtlar yakılacak kadar derin acılara sebep olmuş! Türkü dinleyin, türkülerin hikayelerini öğrenin. Türkü söyleyen ve türkü dinleyenden zarar gelmez emin olun..!