K'UK'ULKAN



          Maya'lar tarafından "denizden geldiğine" inanılan, Maya inanışında "Tüylü Yılan" ile sembolize edilen en etkili tanrılardan biridir ''Kukulkan''. Meksikada; Chichen Itza dolaylarında klasik sonrası döneme ait (950-1500) piramit şeklinde tapınağı da mevcuttur ve sıkıştırılmış toprak üzerini kaplayan taştan basamaklar halinde yapılmıştır. 

          Efsaneye göre Kukulkan, 19 arkadaşı ile birlikte Yucatan'a gelmiş, on yıl yaşamıştı. İnsanlara uygarlık ve iyiliğe götüren yasaları bıraktıktan sonra güneşe doğru uçup gitmişti. 1955 yılına gelindiğinde Palenque'de Tanrı Kukulkan olduğu sanılan garip bir yaratık heykeli bulundu. Geniş kemerli kısa bir pantolon, yakası açık ceket giyen Tanrının başında da antenli bir miğfer vardı. Önü sivri arkasından ateş fışkıran geniş bir alete binmiş ve elini hemen önündeki bir dizi düzeneğe uzatmıştı. Ayağını da pedala benzeyen bir şeye basıyordu. İşte Güney Amerika yerlileri göklerden gelen Kukulkan'ı böyle görmüşlerdi ve uzun uzun yılar ona inanıp tapınmışlardı.

          Bu inanış Mayalar ya da Maya halkları (İspanyolca mayas), Mezoamerika'da Maya uygarlığını kuran atalarının topraklarında, günümüzdeki Guatemala, Güney Meksika ve Yukatan Yarımadası, Belize, El Salvador ve Batı Honduras'ta yaşayan ve 7 milyon nüfusa sahip olan Orta Amerika'nın en tanınmış yerli Kızılderili halkını bir geniş yelpazede etkilemiştir.

          Nereye bağlayacağımı hala merak edenler için hemen sadete gelmeyi istiyorum. Adına medeniyet dediğimiz gelişim, değişim için bence haksız ve yanlış bir kanaat vardır ve sanılır ki zaman ile birlikte hep bir adım ileriye gider. Bence bu yanlış bir algıdır ve medeniyetler tarihine dikkatlice bakıldığında bu sürecin aslında hep dikey ve ileriye bir yolculuk geçirdiği yanlıştır. Bazı toplumlara bakıldığında demokrasi, insan hakları, bilim, teknoloji, adalet, medeniyet ve her tür sosyolojik yaklaşım, inanış ve yönetimsel yansımaları dünya tarihi boyunca geçmişten günümüze mehter marşı gibi bir adım ileri bazen de bir bakarsınız bir adım geri gitmiştir.

          Bugünlerde bolca işittiğimiz; ''Yaşadığın coğrafya kaderindir.'' cümleleri kısmen doğrudur. O coğrafyanın insan yapısı, dini ve ahlaki bakış açıları, inanışları, örf, adet ve gelenekleri ve elbette ki yönetim şekilleri bunu şekillendiren etmenlerdir. Dolayısı ile bir bakarsınız ta 950 yıllarında Güney Amerika'da Kukulkana inanan Maya'lar, M.Ö 2 yıllarında ki Roma İmparatorluğu, bir bakarsınız Helenistik dönemlerde hüküm süren eski ve antik Yunan'da kronolojik olarak yaşam kalitesi bugün ileri düzey olması beklenen bir çok medeniyet, ülke ve halklardan daha ileri ve daha kaliteli yaşamıştır. İnanışlarından demokrasiye, insan haklarından, bilim, teknoloji, sanat ve bilincini. Yaşadığımız bu coğrafyada tarih içinde bu gelgitleri çok sık yaşamıştır zaten.

           Zaman kötü ve aslına bakarsak insanoğlunun evrimleşip de dünyaya hakim olduğu zamandan itibaren dünyada zamanın iyi olduğu bir dönemi de görmedim. Çünkü insanoğlunun bu dünyanın başına gelen en kötü şey ve bu gezenin kan emici parazitleri, hastalıklı virüsleri olduğunu düşünüyorum. Akıldan, fikirden ve mantıktan uzak her hastalıklı düşüncenin, inanış ve yaklaşımların da bu hastalığı mutasyonlar halinde zaman denen düz çizgide medeniyetlerde kırılma noktaları oluşturarak ''Kader'' deyip geçtiğimiz bir çok şeyde ateşlendirerek yataklara düşürdüğünü de biliyorum.

          Bunu en son depremlerde de gördük ve yaşadık zaten en güncel örneğiyle. Oysa Allah insan akıl, fikir denen bir hediye bağışlamışken. Böyle yapıyorlar değil mi? Dünyayı gösteriyor, sonra el sürmemizi yasaklıyorlar. Hepimiz aynı gemideyiz oysa ama neden o halde. Neden? Her tür fırsat ve eşitlikten uzak maddi ve manevi her anlamda herkese başka başka kaderler düşüyor? Özetle, gemideki karakterlerin hepsi, geçmişi geride bırakıp yeni bir hayata başlamanın peşindeler diyebiliriz. İnsanlar gerçeklerden bi haber. Sadece görmek istediklerini görüyorlar. Zihinlerinin kısıtlamalarına hapsoluyorlar. Halbuki tek yapmaları gereken şey; bakış açılarını değiştirmek.

          İnsan arama ya da kaçma güdüsüyle doğar. Kaçma güdüsü kolay bir yoldur; ama arama güdüsü olanlar merak ederler. Merak zamanla acıya evrilir; çünkü daha fazla bilgi için her kapıyı zorlarlar. En karanlık yerlere adım atarlar. Bunun sonuçları da her zaman iyi olmaz. Her defasında döngüye teslim olan, aynı hataları yapan, bir simülasyonun içinde hapsolmuş insanlar… Her defasında aynı hatalar ve aynı şekilde ölümler yaşanması…

         Bunun nedeni; duygusal olmaları mı, yoksa kader denilen şeyin insanın yakasını bırakmaması mı? Zayıf olan duygularına yenilen insanlık mı, yoksa ne yaparsan yap aynı sonu yaşamaya mahkum olan bir yaşam döngüsü mü? İnsanı insan yapan duygularından arınmak, insanlığın sonunu da değiştirebilir mi? Duygular varlığıyla insanları güçlü mü yapıyor, yoksa sadece zihni bulandıran düşüncelerden mi ibaret?

         İnsansan eğer uzun yaşamın bedeli çok ağır olur. Hiçbirşeyi unutmazsın. Geçmişin senin peşinde bir hayalet gibidir ve gölgen gibi takip eder geçmişin seni. Yaptıkların, yapmadıkların,  kabustan uyandırır seni bir gün ve çıldırmanın eşiğine gelirsin. Feda edilen yaşamlar, düzeltemediğin bozukluklar aklının bir köşesinde hep koşturur. bu yüzden bazen bir ömürlük mola vermek gerekebilir. Cennet bir yerde insanoğlunun dünyayı ve kendilerini katletmesine seyirci kalır. İlahi bir cenneti hak etmek içinse bir provası için içinde olduğumuz dünyanın kıymetini bilmek gerekir. Bu kıymeti kendinize herkesten önce kendinizin vermesi gerekir. Er ya da geç neden bugün olmasın. Neden şimdi olmasın? Haydi hayal et, inan ve son bir adım at sen de o halde. Kendinle başla değişmeye...