ZÜMRÜDÜ ANKA


Zümrüdü Anka kuşunu bilmeyenimiz yoktur. Mitolojik olarak kökeni Perslere dayanır, Habeşte yaşadığı var sayılır. Sağlam bir duruşun, sadakatin, tevekkülün, güç ve ölümsüzlüğün sembolüdür. Kuşların hükümdarıdır. Mitolojiye göre Kaf Dağına çıkmaktır amacı. Ama öyle kolay değildir Kaf Dağına çıkmak; düşmek gerekir, yanmak gerekir... Her düşüşte, her yanışta pes etmeden silkelenip, yeniden doğmaktır Anka Kuşu olmak.

          Bir büyüğüm anlatmıştı küçükken ilk. Bir gün yağmur başlamış, gök gürlüyor, şimşekler çakıyormuş. Bütün kuşlar toplanmış, bir kenara sokulmuşlar. Karnı kınalı bir serçe yağmurun altında yere yatmış, ayaklarını havaya dikmiş, diğer kuşlar gülüşmüşler; '' Ne yapıyorsun öyle?'' demişler. Karnı kınalı serçe; '' Gök üstümüze çökerse onu ayaklarımla tutacağım.'' demiş. Bütün kuşlar yine gülüşmüş, alay etmişler; '' Bu halinle mi?'' diye dalga geçmişler. Karnı kınalı serçe bir silkelenmiş, kocaman bir Zümdürü Anka olup bütün kuşları kanadının altına almış. O günden sonra bütün kuşlar ona sığınmışlar. Bu yüzden kuşların hükümdarı denmiş ona, Zümrüdü Anka denmiş.

          Hayatta öyle değil midir? Beşeriz, şaşarız, düşeriz. Her düştüğümüzde yara-bere içindeyizdir. Kolumuz, kanadımız kırılmıştır. Elimizden tutanımız, yaramızı saranımız yoktur. Yaralarımızı kendimiz sarıp, acılarımızı kendimiz dindirmez miyiz? Yani yine kendi elimizden yine kendimiz tutmaz mıyız? Bazen en olmayacak yerde en olmaz ateşlere düşeriz. Ölüm gibi mesela. Kollarımızda can verir can parçamız. Sanki bağrımıza bir mangal köz ateşi dökülür, cayır cayır yanarız. Hiç sönmeyecek sanarız bu ateşi. Oysa yana yana yaşamayı öğreniriz. Tıpkı Anka Kuşu gibi küllerimizden yeniden doğarız farkında olmadan. 

          Bazen en olmayacak yerde, en olmazlara sarılırız. Sevda gibi mesela. Sevda, ince mevzudur. mühim mevzudur. Sevda öyle iki satır şiir okuyup dokunaklı şarkılarda ağlamak değildir. Sevda, ölüpte ölmemektir. Sevdanı ölümün kucağında yaşatabilmektir. Hele ki kavuşamamışsan. Kim bilir kaç kadeh kırıp masalarda, sarhoş sokaklarda boş kutulara tekme atıp; ''Buda mı gol değil?'' deyipte ellerin ceplerinde sessiz, yıkık yürüyüp gitmektir. Hele ki kavuşamamışsan, hele ki hasretin kavurucu ateşi düşmüşse yüreğine.  Böylesi bir ateşten gömlektir ve her baba yiğidin de harcı değildir. 

          Hani diyor ya Ahmet Arif; ''Beter bize kıstemiş, ölüm böyle altı okka koymaz adama...'' Zaten en yanık türküler, en içli şiirler, en dokunaklı şarkılar sevdadan ve ayrılıktan değil midir? Velhasıl ateşten yollarda yana yana yürüyüpte kül olmak, kül olupta küllerinden yeniden doğmak değil midir biraz da Zümrüdü Anka kuşu gibi bazılarımızın da içli öyküleri.? Demem o ki; Anka kuşu olmak, ateşten o gömleği giyebilmektir. Sağlam durabilmek, sağlam basabilmek, sağlam karakterli olabilmektir Anka Kuşu olabilmektir. Nerede bir Anka Kuşu varsa ve kim küllerinden yeniden doğmuşsa helal olsun, selam olsun. Başımız, gözümüz üstüne...