SERSERİ DÜŞLER
Kaynak mı? Yok desen yine de var san! Evet öyle sandım korsan gözlüğü takmış serseri düşleri. Sanmakla bitmedi ve bir gece yarısı açıldım denizin karanlık sularına! Bitimsiz karşı kıyıda bekleyen biri varmıș gibi öylesine gidiyordum ve bir sürü soru ișaretini geride bırakarak lâkin merhamet etmez gemiler rotasız ve seyrü-sefer yazmalarımın sonu hiç gelmiyordu ve çarpıyordu bir kayalıktan başka bir kayalığa... Başka bir çarem yoktu yüzüyordum kulaçların olmayan gücüne bereket. Yarı baygın sular üzeri meçhul bir yolculuk! Sonrası var mıydı? Vardı ve dalgalar bırakıyordu bir düş kıyısına ve yoktu beklediğim her kimse. Kabus suları mı yoksa kaynak suları mı? Suları hırçın dalgalıydı diyelim ve diyelim ki gözleri neredeydi? Bilsem ki gözlerinden içre bir hâyâl ve bir daha görecektim onu ve boğulacaktım bir daha onun derin sularına, işte dalmadan çıkmam diyordum ki rüya işte, altı kısıktı ve biraz daha beklemem gerekiyordu...
Sesi sesiyle kapansa yine geceyi tırmalıyordu içine taşan çığlıkları lâkin erkenci bir sabahın açılan nefesinde sesi billur billur... Artık tarifi seninleydi; çünkü uykudan yeni uyanmıștı, çünkü bitecekti bu tatlı rüya, çünkü uyusa bir daha uyanacaktı bu tatlı rüyadan.
Neye benziyordu? Neye benzetirsem benzerinden bir fazlası ve bunun hiç farkında değildi... İyi niyetli ve iddialı olması da yetmiyordu, başka bir izaha muhtaçtı çünkü. Var mıydı öylesi bir ihtimal dahi olsa? Olmaz mıydı? Vardı öylesi ve bir ihtimalden öte gerçek lâkin sadece vardı. Yakın ihtimallerin milyonda birinin gerçekleșmesine bakıp yok daha neler desen değişen yoktu ve elle tutulur ve gözle görülür!
Rüzgâra karşı uçarken düşleri kanatlı kanatsız konuyordu bir kayalıktan, bir kayalığa. Seslenseydim gönülden, yine ne var ne diyecekti. İyi de ne yapabilirdim ne! Aslında bildiği şeyler ile burnumda tütüyordu. Kaç yıl daha gerekti öyle gülüşüne varmaya kaç yıl daha? Başlayalım bir yerden damla damla akacaktı gönülden gönüle lâkin kuraktı dereler. Derenin taşıyla derenin kuşunu vursa ruhu ile ruhuma elverişli bir yerdi ve inadına inadına inat çölde yemyeşil vahaydı ve mașuk Mecnun'a Leylâ'lık nazlı tavrı da yoktu.
Kendine ve bir başkasına yasaklı haline alsan bir vaziyet gelme diyordu lâkin dört bir yandan saldıracak şehrine tarihin en şanlı orduları vardı. Bir şehir mesafesi ne bilmiyordum, yazsam kaç şiir ötesi fersah fersah ve gün fecre dair mevsim bahardı. Nasıl ki sözlerime karşılık yok ondan yana yine durmaz gelir mânâdan nasıl ki gönülden her cümle naz lâkin gözler istisna ve istisnanın bozmadığı kaideler varken ne diyebilirdim, işte bunun adı sonsuz aşk.
Yılları sorsalar onsuz, dünün haberinden daha eski yok diyor ya düşünür, o halde sadece şunu diyebilirimdim; o yeșili ve ben maviyi seviyordum. Aslında birbirine yakın ve karıştır düşlerimiz turkuaz ile resmin büyüğü karşında ve uzat eline dokunurdu. Evet, evet içi ne ki ne sadece maviler giyinmiş, haydi gel derken bana iki eli, iki yana açık ve kucaklar dolusu çıkar tablodan ve dokuz canlıydı. Fırça darbeleri göz tuvaline dem berceste düşleri vardı ve kendi içinde rengarenk ile ayrıșımadı gönülden maviydi çünkü. Giyinmiş mavi elbise istemeden ağzından alır ve üzerimde güzel durdu deseydi, diyecektim; bir de o renk denizde, gökyüzünde güzel!