YIKIM EDEBİYATI

SEVİL KÖSE sevil.kose.mehmet@hotmail.com


Yıkım Edebiyatı İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan bir akımdır. Savaşdan sonra Alman veya göçmen yazar çizerler, ne yazsak yetersiz kalacak diyerek, acı karşısında edebiyat adına yazdıklarının olsa olsa yıkım edebiyatı olacağını dile getirirler. Hatta yaşadıkları onca acıdan sonra, aşk, doğa ,romantizm gibi şeyler yazmaya devam ettirdikleri takdirde, savaşın izlerini yok saymak olacağı için bunu yapmazlar.

1939’ de başlayıp altı yıl süren savaş, sanat olarak YIKIM EDEBİYATI, yazarlar adına da SUSKUNLAR olarak sanat tarihindeki yerini alır. Savaş sonrası baskılar ve zulüm devam ettiği için, susmak zorunda kalan edebiyatçılar ve yıkım edebiyatında kendini ifade etmeye çalışan yazarlar politik akıntıya kapılmadan  yapabildikleri kadar eleştirisel edebiyat yapmayı başarırlar.
Savaştan sağ çıkmış ama ruhen ve bedenen sağlıklı kalamayan yazarlar, mecaz, hiciv, abartı, takma adlarla hem eleştirisel hem de düşündürücü edebiyatla, grotesk sanatı ile adı yıkım edebiyatı olsa da sanatlarını devam ettirmişlerdir.

Gençliği çalınan,  mutlaka ailesinden birisini kaybeden kuşaklar için, soğuk savaşın etkileri büyük olmuştur. Bu kuşaklardan oluşan yazarlar,  şiir için ‘’ Artık şiir sadece şiir değildir ‘’ diyecekler ve edebiyatın başka misyonları olduğunu, yani gerçeği göz ardı etmemeleri gerektiğini söyleyeceklerdir.
‘’Hicivci bir ahlaklılığa, kışkırtıcı bir muhalefete  götürecektir ‘’ Acıdan geçmiş, çaresizlik ve korku sanatın etrafında dört dönerken, edebiyatçıların başkaldırısı tam da yerini bulmuştur.

Absurd, hermetik, sürrealist edebiyat, hicivle yol almış, umut ve umutsuzlukla hem bir karşı çıkış hem bu yıkımdan kurtulmak adına yaşadıkları gerçeği gözardı etmeden sanatlarını icra etmeye çalışmışlardır.

Bunlardan en önemlisi , Dürrenmatt  eserlerini, radyo piyeslerini hep grotesk olarak yazmıştır. Grotesk, temelde ciddi ama güldüren, düşündüren, karşılaştıran ,mecaz anlamlar olan, yani bir diğer anlamda şaka yollu gerçeği izleyicinin ve ya dinleyicinin düşünce merkezine yerleştiren piyes, tiyatro sanatıdır.

Savaş sonrası sadece edebiyatçılar değil, tüm ülke olarak ailelerini kaybetmiş çocuklar, işlerini kaybeden insanlar, eğitimleri yarım kalmış insanlar, geleceği güven altında olmayan insanlar kalmıştır geriye. Elbet  bu kadar ağır hasar almış, insanlıktan çıkılmış bir savaştan sonra bir sanatın adının YIKIM EDEBİYATI olması hiç de şaşılacak bir durum değil.

Wolfgang  Borcher ‘’ Bizim iyi bir dil bilmemize gerek yok, bu bizi çok yoruyor. Bizim ağaca ağaç, kadına kadın, evet ya da hayır diyebilmemiz lazım ‘’ diyerek, dilin doğru kullanımından daha çok, dildeki anlama vurgu yapıyordu. Yıkım edebiyatının temsilcilerinden olan yazar, içinde bulunduğu ortamın sanatsal dilinden de şikayet ediyordu.

Wolfgang Borchert, Heinrich Böll, Hermann Kesten, Günter Grass ve Herbert Malech gibi yazarlar, yıkım edebiyatında insan ruhunun hassasiyetlerini, kırılmalarını, umutsuzluklarını yazmışlardır.Savaştan çıkmış insanların acılarının üzerine sanat icra ederlerken, acıdan ve yıkımdan, kayıptan nasibini alan yazalar bu konuda daha duyarlıydılar.

İşte böyle giderim, Tanrı gözünden ırak,
Yorgun, tedirgin, soluk soluğa ağlayarak
Issız, derin Can sıkıntısı ovalarına.
Atar böylece şaşkınlık dolu gözlerime
Kirli giysiler, açılmış yaraları sonra,
Korkunç Yıkımın kanlı takımını yıllarca…
Charles Baudelaire….

Korkunç yıkımın kanlı yıkımı….. Altı yıl süren bir savaş ve savaş sonra yıllarca süren acı, kan ve gözyaşı. Her şey gibi bu savaştan nasibini alan edebiyat, hem kendi yarasını hem de ülkenin yarasını sarmaya devam etmiştir.“Eğer yeterince büyük bir yalan söylersen ve bunu yeterince sıklıkta söylersen, ona inanılır… Hitler

Söylediği yalanlarla hem kendini hem de koca bir ülkeyi perişan eden Hitler, yıllarca arkasında bıraktığı enkazın altından kendi de sağ çıkmamıştır…