Ateşin Mahcubiyeti…..

SEVİL KÖSE sevil.kose.mehmet@hotmail.com


Temmuz, tam da postaya verilmiş adresi belli mektup gibi. Göndereninde gönderileninde ciğeri yanıyor. Kül olmaya alışkın olana ateş ne yapsın mahcup olmaktan başka.

Ah şu mahcubiyetlerimiz, mahcupluğumuz bizi tutar tutar yerden yere vurur. Hayattan sağ çıkabilmek için verdiğimiz savaşlardan yara ala ala yürüdüğümüz taşlı, engebeli yol, çıkmaz sokaklara tünel açmak için ellerimizin nasır beresine yaktığımız kına kadar al al yanan ateş.

Ateş işte, kül olmaya alışkın bir yüreğin karşısındaki mahcubiyet. Herkes kendi kalbinin ekmeğini yiyemiyor. Her şeyin kendi kalıbında bir görevi olduğu gibi ateşin de görevi yakmak. Kül olmayı bilen de buna hazırlıklı olduğu için, ateşin mahcubiyeti de kendi kendisinin ateşi işte.

Kendi cehennemine kendi odun taşıyanların dünyasında, onlarda birlikte siz de yanıyorsunuz. Evet evet yanıyorsunuz, bunun farkında olmanız bile sonuçları hiç değiştirmiyor.İnsan insana merhem olacağı yerde külliyen zarar.  Boşuna zararı ziyanı hesaplayarak, niceleme mantığına vurmayın. ‘’ Hayat güzeldir ‘’ dediğimiz de, neye göre güzel, kime göre güzel ya da ne yaşayınca güzeldir gibi bir önermeyi niceleme mantığına bakarak doğrulayamazsınız. Bu her insanın kalbinde hayatın tanımına vereceği yanıtlarla alakalıdır.

O zaman kim bilir ben nerde olurum?
Vücudum çıra gibi tutuştu tutuşacak.
Bir kahveye de gidip oturamam
Dost yüzünden, ağaç gölgesinden, senden uzak…Cahit Kulebi

İnsan ne kadar kaçsa da kalabalıklardan, yine de bir başka kendi gibi olan insanda tanımlar kendini.Şairin dediği gibi dost yüzünde, ağaç gölgesinde. Gündüz,kalbine karar işleyen sıcak bir güneş. Gece gökyüzüne başını kaldırdığında sayısız yıldızların savunma şövalyeleri gibi dizilişi. Dağların oyulmuş gözlerinden geçen tüneller ve o tünellerden geçen onca insan. Aslına bakarsanız insan başlı başına bir telaşe. Nerede doğacağından nerede öleceğinden bir haber yaşıyor. Ateşin kül karşısındaki mahcubiyeti, küllerinden yeniden doğan bir yaşam inşa etmiyor. Sönmüş bir yanardağın her an yeniden patlama ihtimali  hep vardır.

Yanıp yanıp sönmeyi iyi öğrenen insan için bu çok zor olmuyor. Biliyor ki geçiyor, biliyor ki geçecek. Geçmeyen ne var ki, ömür bile geçip gidiyor. O hayat merdivenini  kaç kez inip kaç çıktığınıza bir bakın bakalım sayabilecek misiniz. ‘’Hayat merdiveni bu , bir çıkar bir inersin. Bu yalancı dünya da sen de bir gün göçersin. Izdırapla yaşamak alnımıza yazılmış. Hayat merdiveni bu sen de bir gün göçersin ‘’ Şarkısı kulağımızda bangır bangır bağırırken Temmuz başına buyruk akıp gidiyor. Düşende kendini yerde buluyor, göçen kendini yerde buluyor.

Her insan doğarken toprak temizliğine muhtaç olarak doğuyor. Öyle ya bizi topraktan başka ne temizler ki. Bir tarafımız hep toprağa bakarak yaşıyoruz, biliyoruz ki vaktı saati geldiğinde yavrusunu kucaklayan bir ana gibi bizi  kucaklayacak.

Hayat merdivenin her basamağı, hayat yokuşunun her adımı tecrübelerle dolu. Sütten ağzı yananın, ayranı üfleyerek  içtiği gibi daha temkinli, daha itinalı yürüyoruz artık çıktığımız yokuşları. Dönen dönsün biz dönmeyiz yolumuzdan. Her defasında aynı yolları yürümek insanın ezberini kuvvetlendirirmiş, biz ezber bozmayı sevdiğimizden, yolu hem yürüyoruz hem de tüm ezberleri bozuyoruz.

Şimdi ezber bozma ayı tam da temmuz, ne baharın çiçek dolu ağaçları, ne güzün dökülen yaprakları var. Düz mantık yani, harmanı biçilmiş tarlanın anız yanığından geçin gidin. Ateşin mahcubiyetine de kendi mahcubiyetinize de bir avuç toprak atın geçin gidin. Bekleme yapmayın, yara sizde merhemini kedinize kendiniz sürün. Külün karşısında ateş hep mahcubiyet yaşar, ya yanmayı bilin, ya kül olmayı nasıl olsa hepimiz bir gün toprak olacağız. Postada birikmiş onca mektup yerine ulaşmayı bekliyor unutmayın.......