KENDİNİ BİLMEK – 14

KAMİL BAYSAL baysalkamil@icloud.com

 Bu gün sizinle İNSANLAŞMA konusunda sohbet etmek istiyorum. “Ne demek insanlaşma, zaten insan değil miyiz?” diyeceksiniz. Haklısınız aslında hepimiz insanız ama ne kadar. Konuyu açmak için bazı sorular sorarak başlamak istiyorum: Mükemmel insan var mıdır, kimdir? Kendinizi tanıyor musunuz, biliyor musunuz? Kendinizle barışık mısınız? Eleştiriye açık mısınız? 

       Bu sorular kolayca cevaplanacak sorular değil. Ben kısaca cevaplamak ve konuya gelmek istiyorum. Genel de insan eğer belirgin bir ruh hastalığı yoksa, kendisinin mükemmel olmadığını bilir. Ama hep başkalarının mükemmel olabileceğine inanır. Oysa bu da yanlıştır çünkü, üç aşağı  beş yukarı herkes birbirine benzer. Yani sadece insan değil her şey, mükemmelleşme yönünde değişim ve gelişim halindedir, ama kimse mükemmel değildir. Sizin “mükemmel insan” olarak gördüğünüz kişi, teşhisi konulmamış bir şizofren olabilir. Yani beyin yapısında kusurlar olabilir. Kendinizi tanıyor musunuz” sorusuna herkes “Tabiki de” cevabını verir ama ben kendini tanıyan bir insanla henüz karşılaşmadım. Çünkü kendini bilen, her şeyi bilecek düzeylere gelmiş demektir. “Eleştiriye açık mısınız?” diye sorarsanız alacağınız cevap yüzde yüze yakın “evet” olacaktır. Sakın inanmayın çünkü eleştiriyi kimse sevmez ama övgü herkesin hoşuna gider.

       Bana kalırsa Orta Okuldan başlamak üzere, lise, üniversite ve lisans üstü programlarında müfredata, İNSANLAŞMA ile ilgili dersler konulması gerekmektedir. Belki saçma gelecek ama iyi düşünüldüğünde çok gerekli olduğu anlaşılacaktır.

         Öte yandan insan, hala gelişim düzeyinin farkında değil ve ona uygun davranmıyor. Beyin gelişimi, bilgi birikimi, teknolojik gelişmeler vb. sayesinde her şey insan lehine değişmiş olmasına rağmen, genlerindeki değişim hızı (mutasyonlar) yavaş olduğundan çelişkiler yaşanmakta, hala savanlardaki koşullara göre davranış sergilemeye devam etmektedir. Buna, hayvani davranışlar diyebiliriz. Ya da Freud’un İd dediği şey. Hani nefis denilen şey var ya, işte nefsi ile mücadele halinde olmaktadır insan. Ama nefis mücadelesini yenecek bir beyin gelişimi ile donatılmış durumda modern insan. Belki de bunun farkında olmak bile yetecek. Çünkü insan düşünebiliyor, muhakeme yapabiliyor, konuşabiliyor, yazabiliyor, hafızasında bilgi biriktirebiliyor, ihtiyaç duyduğu bilgileri geri çağırabiliyor. Kavga yapmadan, kendi hayatını riske atmadan, bir başkasına acı çektirmeden anlaşmanın bir yolunu bulabiliyor vs. vs. Bunlar doğru değil mi?

 “Primat olmayan hayvanlar ve diğer memeliler, nispeten daha küçük ebatlı beyinlere ve daha az gelişmiş frontal loblara sahiptir. Evrim ağacının daha alt dallarına inildikçe, hayvanlar beyin kortekslerini tamamen yitirir. Hatta sürüngenler yalnızca beyin sapımızı andıran beyinlere sahiptir. Basit hayvanların beyinleri ise, genellikle omuriliklerinin tepesinde veya ağız bölgesinde yer alan, bir şişkinlikten ibarettir.” (New Scientist, “Beynimiz Nasıl Çalışır”, Çeviri: Evren Topaktaş, Say Yayınları, s.39)      
  
          Düşünme, hayal kurma, muhakeme yapma, yeteneği gelişmemiş bir hayvan örneğin bir inek ya da bir böcek veya bir kuş için tanrı ve öbür dünya diye bir şeyden söz edilemez.
          “Her gün, bize tercih yapma fırsatları sunulur ve seçme biçimimiz, kaderimizi şekillendirir.” (“Mükemmellik Rehberi”, Robin Sharma, Pegasus Yayınları, Çeviri: Filiz Gülerkaya, s.181) Öfkemizi kolayca kontrol etme şansımızı denemeden, boğalar gibi kavgaya tutuşup, varlığımızı riske atabilmekteyiz. Çünkü doğa yasaları savanda yaşadığımız milyonlarca yıl süreyle genlerimize böyle kazınmıştır. “Büyük balık, küçük balığı yer”  Zihinsel süreçler insanı diğer canlılardan ayıran özellik değil midir? Buz dolaplarımız yeteri kadar dolu değil midir? Buz dolaplarımız doluyken illa da dışarılarda birilerine saldırmanın mantığı var mıdır?

        “Sokrates şöyle diyordu: “ Ne istiyorsunuz, ussal varlıkların mı, ussal olmayan varlıkların mı ruhuna sahip olmak?” 

“Ussal varlıkların ruhuna,” 
“hangi ussal varlıkların?” “Sağlıklı olanların mı, yoksa yoz olanların mı?” 
“Sağlıklı olanların”, 
“öyleyse niçin aramıyorsunuz onu” 
“çünkü ona sahibiz” 
“Öyleyse bu kavga, bu uyuşmazlık neden?” ”(“Yıldızların Örtüsü Yoktur” Marcus Aurelius, Çeviren: Şadan Karadeniz, Yapı Kredi Yayınları s.94)