KENDİNİ BİLMEK – 11

KAMİL BAYSAL baysalkamil@icloud.com

 Homo sapiens, bilen insan, zeki insan anlamlarına gelmektedir. Ama ne kadar zekiyiz, ya da ne kadar biliyoruz? İnsan nesli milyonlarca yıllık bir gelişim süreci yaşayarak bu günkü düzeyine gelmiştir. Bence henüz bilginin ilk basamaklarında debelenmekte insanlık.  Henüz kendimizi bilmiyoruz ki, etrafımızdakileri bilelim. Yansız, önyargısız bir bakışla yaklaşılırsa insanın hala ilkel bir varlık olduğu, gerçek anlamda bilen bir insan ya da zeki insan olabilmesi için belki de yüz binlerce yıl daha evrimleşmesi gerektiği sonucuna varılabilir.

       Neden böyle düşünüyorum? Zeki insan, bilen insan, beynini, düşüncelerini ve davranışlarını kontrol edebilen, şiddet ile hiçbir şeyi çözemeyeceğini, hayatı yok etmek yerine yaşamı güzelleştirmek isteyen insan olmalıdır. Hiçbir canlının acı çekmesine razı olmayan, dolayısıyla hiçbir canlıya zarar veremeyecek insan olmalıdır. Empati yeteneği, kişinin kendisinin de karşıdakinin acısını hissetmesine neden olmalı, dolayısıyla başkalarına zarar vererek kendi huzurunu da bozmamaya çalışan insan olmalıdır. Yalan söylediğinde, haram yediğinde, sahtekarlık ettiğinde, iki insanın çatışmasına neden olduğunda vb davranışlarından kendisini suçlaması, rahatsızlık duyması acı çekmesi, bütün bunları yani kendi yanlışlarını kimsenin müdahalesi olmadan telafi etmeye çalışması gerekmektedir. Gereksiniminden fazlasını israf etmektense paylaşabilmesi, mutsuz insanların arasında mutlu yaşayamaması gerekmektedir. Mutluluğun en kestirme yolunun bir başkasını mutlu etmekten geçtiğini bilen insan olmalıdır. Peki  insanlar on bin, bin yıl önce, yüz yıl önce böyle mi idi? (Viktor E. Frankl’ ın “İnsanın Anlam Arayışı” Okuyan us Yayınları) adlı eserinde veya, (Jerzy Kosinski nin “Boyalı Kuş” E Yayınları) romanında daha seksen yıl önce, İkinci Emperyalist Savaş yıllarında, insanın ne derece aşağılaşabileceği, korkunç örneklerle anlatılmaktadır. Ne yazık ki bu savaş yıllarında görüldükleri yerde yakalanıp işkence edilen aşağılanan Yahudi ırkı, bu günkü dünyamızda, seksen yıl öncesinde Almanların kendilerine yaptıklarını misliyle Filistin halkına yapmaktadırlar.

       Şiddetle çevresindeki herkese saldıran İsrail devleti, davranışının karşılığında sevgi mi beklemektedir? Böyle bir şey mümkün müdür? Şiddetle hiçbir problem çözülemez, kin ve nefret ileriki süreçlere, hatta nesillere taşınır. Elbette sıfır şiddet esasına dayalı bir yaşantı için, başta söylediğimiz gibi, yüz binlerce yıllık bir evrim sürecine ihtiyaç vardır.

        Ruh ile can, yani canlılıkla ruh birlikte düşünülmek durumundadır. Öyle ki her canlının ruh denilen bir bilinmeze sahip olduğu düşüncesindeyiz. İnsan beyninin beynin ürünü olan düşünme, muhakeme yapma, öğrenme, unutma, hatırlama, bilgi, bilinç vb şeyler ruh denilen şeyden farlıdır. Bana göre ruh, can denilen şeydir. Can da ruh. Ne de olsa ikisi de enerjidir.

      “Oscar Wilde; Dorian Gray’in Portresi’nde şöyle der: “İnsan ruhu yaşlı doğar, giderek gençleşir; bu yaşamın komedisidir. İnsan bedeni ise genç doğar ve giderek yaşlanır; bu ise yaşamın trajedisidir” (Mümin Sakman, “Hayat Bilgesi, Alfa Yayıncılık, Oscar Wilde bölümü)

       Gerçekten de Oscar Wilde’in sözünü ettiği komedi ve trajedi yaşanmakta gibi. Hani Mevlana diyor ya; bizi elest meyhanesinden sarhoş edip gönderdiler. Yani ruhumuz Wilde’nin söylediği gibi, sıfır bir bedenle yaşlı geliyor anlaşılan

                   “Biz coşkun, perişan sarhoşları/ 
                    Elest meyhanesinden aldılar getirdiler./
                    Bizi hiçlikten varlığa getirdiler./
                    Sonra tekrar hiçliğe götürecekler./”
                     Kendini bilmek gerçekten zor değil mi canlar. Yooo yooo ben zorlaştırmıyorum      Gerçekten kendini bilmek zor. İnanmayın o kolayca ben kendimi biliyorum diye ahkam kesenlere. Kendini bilen, her şeyi bilmeye başlamış demektir. Hadi birbirimizde destek olarak biraz daha uğraşalım. Neden olmasın. Bir gün mutlaka….