KURBAN BAYRAMININ ARDINDAN
Kurban bayramı, yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda insanlık tarihinin en eski ve en derin manevi temalarından birinin sembolüdür. Adanmışlık.
Edebi bir bakışla kurban bayramı, tam bir teslimiyet ve sadakat destanıdır. Hz. İbrahimin sadık rüyasında gördüğü ilahi buyrukla oğlu İsmaili kurban etmeye yönelmesi, ardından da bu sadakatin bir imtihan olduğunun ortaya çıkması, insanoğlunun Allaha koşulsuz olarak bağlılığını temsil eden güçlü bir anlatıdır. Bu olay bireyin kendi iradesinin, Habil misali sevgisini hatta en değerlisini Allaha adamasının simgesi haline gelir.
Bu bayram, aynı zamanda paylaşmanın ve dayanışmanın şiiridir. Toplumda birlik ve kardeşliğin kurulmasına aracıdır. Arefe günü sabah namazından itibaren başlayan teşrik tekbirleri ve Bayram sabahı okunan tekbirler dualar ve kurban kesimleriyle şehirlerin üzerini saran ses, bir topluluğun ortak vicdanını ortak inancını yankılar.
Kurban bayramı modern dünyada insanın kendi içindeki “ben’i” kurban etmesi kibir, bencillik ve aç gözlülüğü feda etmesi çağrısıdır. Bu yönüyle dışsal bir ibadetin içsel bir arınmaya dönüşmesidir.
Özetle, Kurban bayramı bir fedakarlık öyküsünden doğmuş sevgi, sadakat, paylaşım ve içsel temizlik üzerine kurulu edebi bir evrendir. Her yıl tekrar eden ama her seferinde ruhu tazeleyen bir çağrıdır. “En kıymetlin nedir, onu ne uğruna feda edebilirsin”
Yani en büyük tutsaklık benliğe tutsaklıktır. Nefsini aşan kişi özgürleşir. Gerçek özgürlük ise, “kim olduğunu değil” “kim olmadığını fark etmektir.”
Gerçek özgürlük, içsel esaretlerden kurtulmaktır.
Gerçek mutluluk, dış başarıların değil, iç huzurun meyvesidir.
Kurban sadece bir kesim işlemi değil, bir teslimiyettir.
İnsanın en kıymetlisinden vazgeçebilme iradesidir.
Kurban, “Benin feda edilmesidir.
Bir bayram bitiminde daha nefisimizi, benliğimizi, hırslarımızı ve kırgınlıklarımızı kurban edebilmek duasıyla…..
Daha nice Kurban Bayramlarına kavuşmak dileğiyle….