SIMSIKI SARILMAK..
İnsan da yeter ki utanma duygusu, haysiyeti vakarı merhamet ve vicdanı olsun. Allah insana kaldıramayacağı yükle imtihan etmez. İmanın gücüne göre imtihanın gücü de artar. Önemli olan Allah’ı unutmamaktır. Silinmesi mümkün olmayan hafıza kaydı misali, bir gözetleyen olduğunu bilerek yaşamaktır. Bu güzelliklerle donatılmamışlar, nefsine uyan, insani vasıflarından uzak, ar damarı çatlamış utanma duygusu kalmamış, aile terbiyesi almamış, hiçbir şeyden çekinmeyen, yüzü kızarmayanlardır. Bu karakter yoksunu kişiler, pişmanlık duygusu kalmamış, yanlışlarına üzülmeyen, tövbe ve pişmanlık alameti görülmeyen, kendine çeki düzen vermeyen, insanın ne kendine ne çevresine ve ne de vatanına faydası olmadığı gibi tamamen bela ve musibet getiren insan görünümlü tehlikeli mahluklardır. Bunlara karşı daima tedbirli olmak ihtiyatlı davranmak gerekir. Sabır, metanet ve hoşgörü gibi ahlaki erdemler insanı; asabiyetten, sinirden, nefse uymaktan, haram ve türevlerinden uzak tutar. Bu vasıflar insanı, karakter sahibi bir duruşa, elif gibi dosdoğru olmaya vesile kılar. İnsan, daima Allah’ın kontrolü altında olduğunu, kayıt altına alındığını bilerek yaşamalı, yaptığı her yanlışın bir gün kendine döneceğini bilmelidir. Diğer halde Kur’an’ın tabiriyle duvara yaslanmış kuru kütükler gibi cehennemde yanmak için hazırlanmış odun yığınlarıdır.
Kıymetli okur kardeşlerim. Allah'a karşı ukalalık yapan ilahi adaleti umursamayan insanlara örnek olması açısından, yıllarca anlatılan şu hikayeyi aktarmak istiyorum. Vaktiyle bir derviş berbere gider, berbere vur usturayı berber efendi, der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır. 'Dövene elsiz, sövene dilsiz’ olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, 'Kabak aşağı, kabak yukarı…' hakaretamiz ifadelerle sürekli alay eder dervişi aşağılar. Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı oracıkta feci şekilde ezilerek can verir. Berber dervişe bakar, sorar: “Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? ”Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:“Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağında bir sahibi var. O gücenmiş olmalı! der.
Adalete Dair.
Bursa’da bir kişi, satın aldığı atın hemen sonrasında, atın hasta olduğunu fark etti. Onu geri vermek istiyor ancak satan adamın atı geri almayacağından endişe ediyordu. Bu yüzden önce kadıya gidip işi resmi olarak halletmek istedi. Ancak kadıyı yerinde bulamadı, mahkeme ertesi güne kaldı, hasta at ise gece öldü. Adam, ertesi gün olanları kadıya anlattı, ne yapılabileceğini sordu. Kadı, “Zararını ben ödeyeceğim” dedi. Şaşkınlıkla kadıya bakan adam : “Sizin konuyla bir ilginiz yok, niçin siz ödeyeceksiniz ki!” dedi .Kadı, şu manidar cevabı verdi: “Evet, görünürde benim konuyla ilgim yok ,ama işin aslı öyle değil. Sen dün geldiğinde ben yerimde olsaydım, atı geri verdirirdim, sen de paranı geri alırdın. At da senin elinde değil, sahibinin elinde ölmüş olurdu. Şimdi buna imkân kalmamıştır. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep oldu.O yüzden zararını ben ödeyeceğim” dedi ve ödedi. Bu kararı veren kadı, sonradan Osmanlı’nın ilk şeyhülislamı olacak olan zamanın din ve fen bilgilerine vâkıf Molla Fenari Şemseddin hazretleri (1350-1431) idi.
Kur'an’dan uzaklaşmak!!!
Almanya’da Ramazan ayında bir fabrikada çalışan Türk işçilerini papazın birisi evine iftar yemeğine davet eder. Bazıları mazeret belirtip davete katılmazlar.. Bazıları da papazı kırmamak adına davete icabet ederler ve iftar saatinde, Papazın evine misafir olurlar. Papaz Efendi elinde bir Kur’an’ı Kerim olduğu halde işçilerin yanına gelir ve onlara “Ben Kur’an okunurken dinlemekten büyük zevk alırım biriniz okusa da, Ben mutfakta uğraşırken bir yandan da Kur'an dinlesem der. Kur’an’ı Kerim’i masanın üzerine bırakıp mutfağa geçer. Bu arada odada sanki buz gibi bir hava esmektedir. Herkes bir ümit diğerinin gözünün içine bakar ama nafile. Kimse Kuran okumayı bilmemektedir. İçlerinden birisi "Yahu içinizde Fatiha okumasını bilen yok mu açsın Kur’an’ı, Fatiha’yı okusun papaz nerden anlayacak ki" der. Bir tanesi "Ver ben biliyorum der ve rastgele bir sayfa açıp başlar Fatiha’'yı okumaya. Bu esnada papaz odaya girer. Bakar ki,Kur'an okunuyor. Fakat ortada bir sayfa ve hemen müdahale eder. "Bir dakika sen Kur'an okumuyorsun. Çünkü okumakta olduğun sure Fatiha’dır ve o da Kur’an’ın başındadır." der ve devam eder. "Aslında ben sizleri buraya denemek için çağırdım. Nasıl oldu da altı asır adaletle Dünya’ya hükmeden Osmanlı’nın torunları bu gün bize hizmet eder hale geldiler diyerek merak ediyordum. Sizler benim sorumun cevabı oldunuz. Sizin ecdadınız Osmanlı dinine sımsıkı bağlı olduğu için Dünyaya hükmetti,Sizler ise Kur’an’dan uzaklaştınız ve bu gün bize hizmet eder hale geldiniz der.(Bu tespiti yapan Hristiyan bir din adamıdır.)
Çağımız insanına örnek olacak, ilahi adaletten, hakiki adaletten, Kur'an’a olan muhabbetten uzaklaşıldığına örnek hikayeler. Bu nedenle tarumar olmuş vaziyetteyiz. Kur'an ve Sünnete tekrardan sımsıkı sarılmak dileğiyle..
Selam ve Dua ile Kalın.