BU LEHEB'İN İBRETLİK SONU. -2-
Amcası Ebu Leheb, Resulullah’ı devamlı olarak takip ediyor, insanları, O’nu dinlemekten vazgeçirmeye, zihinlerinde şüphe meydana getirmeye çalışıyordu. Toplantı yerlerinde ve panayırlarda, Resulullah efendimiz; “Ey insanlar! La ilahe illallah deyiniz ki, kurtulasınız” buyurdukça, Ebu Leheb arkasından yetişip; “Ey insanlar! Bu konuşan benim yeğenimdir. Sakın O’nun sözüne inanmayın. O’ndan uzak durun” diyordu.
Henüz Müslüman olmamış olan ve Peygamber efendimizin halası olan Atike, Bedir muharebesinden kısa bir müddet önce bir rüya gördü ve ondan korktu. Kardeşi Abbas’ı çağırtarak; “Kardeşim! Vallahi geceleyin gördüğüm rüya beni çok sarstı. Kavmimin başına bir musibet ve bela gelmesinden korkuyorum. Sana anlatacağım bu rüyayı gizli tut, kimseye söyleme” dedi ve rüyasını anlattı: “Gördüm ki, deveye binip gelmiş bir adam, Ebtah denilen yerde durduktan sonra yüksek sesle; “Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz” diyerek üç kere bağırdı. Onu gören halk başına toplandılar. Sonra, o adam, Mescid-i Haram’a girdi. Halk da kendisini takip ediyordu. Halk etrafını sarmış olduğu halde devesi, Kabe’nin arkasında durunca, o, yine aynı şekilde yüksek sesle; “Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!” diyerek üç kere bağırdı. Sonra devesi Ebu Kubeys dağının başında durdu. Orada da aynı şekilde yüksek sesle; “Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!” diyerek üç kere bağırdı. Sonra da bir kaya alıp yuvarladı. Kaya, yukarıdan aşağıya doğru yuvarlanarak, dağın dibinde parçalandı. Mekke evlerinden o parçaların girip isabet etmediği bir ev kalmadı” dedi. Peygamber efendimizin amcası Abbas; “Vallahi bu çok mühim bir rüyadır. Sen onu gizli tut, hiç kimseye anlatma” dedi. Abbas da rüyayı arkadaşı Velid bin Utbe’ye anlattı. Bu rüya kısa zamanda duyulup Kureyş’in toplantılarında konuşulmaya başlandı.
Bu sırada; “Müslümanlar, Şam’a ticaret için giden Kureyş kafilesine saldırdı” şeklinde bir haber Mekke’de duyuldu. Halk acele hazırlandı. Sefere bütün Kureyş erkekleri katıldı. İhtiyar ve hasta olup, sefere çıkamayanlar da yerlerine adam gönderdiler. Kureyş eşrafından olup da Ebu Leheb’den başka hiç kimse geri kalmadı. O da kız kardeşi Atike’nin rüyasının tesirinde kalıp korktuğu için, hastalığını bahane ederek, iflas etmiş tüccarlardan Asi bin Hişam’ı dört bin dirhem alacağına karşılık kiralayarak bedel gönderdi. Ebu Leheb’in Müslüman olmasından korkan Ebu Cehil, yanına vararak; “Kalk Utbe’nin babası! Vallahi biz senin ve atalarının dinine yapılana kızmaktan başka bir maksatla yola çıkıyor değiliz” dedi. Hiç bir cevap vermeyen Ebu Leheb, hastalığını bahane ederek sefere katılmadı.
Müşriklerin Bedir’de hezimete uğrayıp, perişan bir vaziyette harp meydanından kaçmaları, Mekke’de büyük bir şaşkınlık meydana getirdi. Hiç beklemedikleri, hatta hiç akıllarından geçmeyen bir netice ortaya çıkmıştı. Haberi ilk getirenin sözlerine, Ebu Leheb ve diğer müşrikler inanmadılar. Harp meydanından kaçan Ebu Süfyan, Mekke’ye geldiğinde, onu hemen yanlarına çağırdılar. Ebu Leheb ona; “Ey kardeşimin oğlu! Anlat bakalım, nasıl oldu?” diye sordu. Ebu Süfyan, orada bir yere oturdu. Bir çok kimse de ayakta dinliyorlardı. Ebu Süfyan şöyle anlattı: “Hiç sorma, Müslümanlarla karşılaşınca, sanki elimiz kolumuz bağlı idi. İstedikleri gibi hareket ettiler. Bir kısmımızı öldürdüler, bir kısmımızı esir ettiler. Yemin ederim ki, ben, bizimkilerden kimseyi kınayıp, ayıplamıyorum. Çünkü, o sırada yer ile gök arasında kır atlar üzerinde beyazlara bürünmüş kimselerle karşılaştık. Onlara ne bir şey dayanabilir, ne de bir kimse karşı durabilirdi.” İslam’ın ilk zamanlarında Müslüman olmasına rağmen, müşriklerin şerrinden çekindiği için, Müslümanlığını açığa vurmayan Abbas’ın (r. a) kölesi Ebu Rafi’ (r. a) orada idi. Sessizce onları dinlemekte iken, sevincinden her şeyi unuttu ve; “Vallahi onlar meleklerdir” deyiverdi. Ebu Leheb, ona şiddetli bir tokat vurdu ve kaldırıp yere çarptı. Bir hayli de dövdü. Bunun üzerine orada bulunan hazret-i Abbas’ın hanımı Ümmü Fadl (r. a) dayanamadı. Çünkü kendisi de önceden Müslüman olmuştu. Ümmü Fadl, odadaki direklerden birini alıp; “Kimsesi yok diye onu güçsüz gördün değil mi?” diyerek, şiddetle Ebu Leheb’e vurdu. Ebu Leheb’in başı yarıldı. Kanlar akarak zelil, hakir ve horlanmış bir vaziyette dönüp gitti. Bütün ömrünü kin ve düşmanlık ile geçiren Ebu Leheb, bu hadiseden yedi gün sonra, Adese denen çiçek hastalığına yakalandı ve bu hastalıktan öldü. Oğulları iki veya üç gece defnetmeden bıraktılar. Nihayet kokmaya başladı. Herkes, Ebu Leheb’in yakalandığı hastalıktan, ta’undan kaçar gibi kaçıyor ve iğreniyordu. Bunun üzerine Kureyş’ten biri, Ebu Leheb’in oğullarına; “Yazık size, utanmıyor musunuz? Babanızı, kokuncaya kadar evde bıraktınız. Hiç olmazsa onu bir yere gömüp kaybedin” dedi. Oğulları o şahsa; “Biz ondaki hastalıktan korkuyoruz!” diye cevap verdiler. Bu defa adam onlara; “Siz gidiniz, gelip size yardım edeceğim” dedi. Sonra üçü bir araya gelerek yüklenip ücra bir yere bıraktılar. Görünmeyince ye kadar üzerine taş attılar. Ebu Leheb, böylece ebediyyen azab ve ateşler içerisinde kalacağı yurduna, karanlık bir Cehennem çukuru olan kabrine girdi…
Allah akıbetimizi hayırlı eylesin. İslam ve Kur’an yolunda haşr eylesin.Vatan ve bayrak sevgisini gönlümüze nakş eylesin. Selam ve Dua ile Kalın.