SU İÇİN TEHLİKE ÇANLARI

Derya Gündüz deryasvydgndz@gmail.com

 Bizleri her yönden arındırma gücüne sahip olan ve aynı zamanda ortamda canlıların bulunabilmesi için şart olan sularımız gitgide tükeniyor. Tehlike çanları tüm dünyada yankılanırken daha ne kadar süre kulaklarımızı tıkamaya devam edeceğiz? Miras olarak bizlere bırakılan emanetleri çocuklarımızdan kıskanacak duruma geldik. Peki biz ne ara bu kadar köreldik?

 İnsanlık tarihinden de yaşlı olan sularımız tam anlamıyla “hayat” kelimesinin ete kemiğe bürünmemiş halidir. Eski çağlardan bu yana her zaman önemini korumayı başarmıştır. Öyle ki; medeniyetler su kenarlarında kurulmaya başlanmış, tarım keşfedilmiş, kimi milletlerin kutsallığını kazanmış, efsanelere ve mitolojilere konu olmuştur. Hatta yolunu ölçülü bulmak isteyen medeniyetlerse zamanı kavramak için suyu kullanmışlardır. Psikolojik olarak da rahatlatıldığına inanılmış ve terapi olarak uygulanmıştır. Her şeyimiz olan bu suyun bir gün bilinçsizse kullandığımız için biteceğini varsayarsak başımıza neler gelebileceğini hiç düşündünüz mü?

 Umarım sorularım sizleri rahatsız eder. Çünkü bu kadar sorumsuzca yaşamaya devam etmek, ilerideki neslimiz için büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalmak demektir. Nefsimizle sulandırdığımız zihniyetimizi doğanın düzenini bozmak için kullandığımız sürece tükenen de yalnız doğa olmayacak. Unutulmamalıdır ki; insan doğanın gerçekliğini kopyalayarak kendi yapay dünyasında, ilahlaşmaya çalıştığı sürece yarattığı kibir denizinde hepimiz bir gün batma riski taşımaktayız.

 Kirliliğin ilk zihniyette oluşmaya başladığını defalarca ve farklı şekillerde sizlere anlatmaya çalıştım. Sürü psikolojisinin bizleri aşağıya çekmesine izin vermemeliyiz. Sorumsuzluk veya umursamaz tavırlar takınmak sizleri havalı bireyler yapmaz. Benim asıl derdim her anlamda bilinçli olmamız. Evet, değişik şeyler dikkat ve ilgiyi üzerinde toplar ancak her ilgi hayranlık uyandırmaz. Çok renkli dünyaların altında bir grilik sezilir. Kartlar her karıldığında bir eksiklik fark ediliyorsa kaybolan kart mutlaka sorulmalıdır.

  Dengeler bozuluyor ve insan bunu kendi eliyle yapıyor. Kimyasallar canlıları zehirlemeye devam ederken sorarım sizlere: Denizlere zehri karıştıran bizlerken içme suyumuzdan ya da yediğimiz besinlerden zehirlenmek bir tür intiharımızı süslemez mi?

 Zehri bir yana koyalım, kuruyoruz. Çatlak toprakların ardından bizlerin de çatlamasıyla karşı karşıyayız. Biliyorum korkutucu fakat gerçek. Hiçbir kriz bir anda meydana gelmez. Ardı ardına yaşanan ancak dikkat çekmeyen olaylar sonucunda geri dönülemez bir kriz meydana gelir. Bu kaybın nasıl gerçekleştiğini kimse anlayamaz. Çünkü insanlarımızın genelinde B12 problemi var. Geçmişte yaşananlar anında unutulduğu için kriz ancak meydana geldiğinde yana yakıla çareler aranır. Kuruyan cilt soyulur, dilimiz çatlayan dudaklarımızı nemlendirmeye çalışır, gençler yaşlanır, üzerine basılan topraklardan mucizevi belki bir, iki tane cılız ot büyür. Meyve ve sebzeler çocuklarımızın resim defterlerinde boyanır. Hayvanlar zaten belgesel yıldızlarımız olarak anılır. Oradaki akan şelaleler ve denizler hayallerimizi süsler... İyi de neden? Kendimize bu kadar kinliğimiz, düşmanlığımız niye?  

 Yaşlı dünyanın sadık görevlisi  olan su bizlerden çok daha yaşlı. O hayatın devamlılığını sağlamak için elini taşın altında aşındırırken biz neden onun kolunu kesmeye çalışıyoruz, koca kayalar kafamıza düşsün diye mi? İsraf ettiğimiz her damla, zehirlediğimiz her canlı maktullerinin bizler olduğunu bileceklerdir. Katillerinin yargılanma gününde ise suçsuz yere kendilerine yapılan bu zulmün cezasının müebbet olarak bizlere dönmesini sadece izleyeceklerdir.