ASİMİLASYON NEDEN ENGELLENMELİDİR?
Kimliğini kaybetmiş bir toplum, başı kesilmiş horoza benzer. Nabzının vücudunda attığı son zamanları yaşıyordur. Nereye gittiğinden habersiz, can havliyle, sonunun geleceği vakte kadar koşar. Buna örnek olarak asimile olmuş toplumları da başı kesilmiş horoza benzetmek pek yanlış olmaz. Çünkü ikisi de önünü göremez. Yönünü bulabilmek için önce düşüncelerine nüfuz eden ve daha sonra yüreğinde benimsediği kültürel değerlere yeniden soluk vermesi gereklidir.
Diyelim ki; bir mucize oldu. Horozumuz beklenilen süreden daha uzun bir süre hayata tutundu. Kendini onun sahibi gören kişilerse bu duruma öfkeli. Çünkü planları ve programları dahilinde bir aksamayla karşı karşıyalar. Horozun can vereceği günü beklemek zorundalar. O güne kadar yedirmesi, içirmesi, sahip çıkılması onların insafında. Bu insaf, yüceltilen insanın kendisini tanrılaştırmasına neden olmaz mı?
Toplum, horoz olup kendi çöplüğünde ötmek istiyorsa önce o çöplüğü tanımalıdır. Etraftan gelebilecek engellerin farkında olarak buna göre önlemler almalıdır. Kendisine “bizden” kavram anlayışıyla yaklaşan diğer toplulukların kimi kimini kendisinden varsayıyor, bu konuya iyice açıklık getirebilmelidir. Evet, insanlar arasında etkileşim yadsınamaz bir gerçek. Ancak bu etkileşimde aşırılığa kaçmak, yıllarca emek verip çizilen çizgiyi ve onun içinde taşınan, kimlik özelliği gösterecek nitelikleri etkileşim adı altında bir başka toplumun çizgisinin içinde sergilenmeyi kabul etmek demektir. Çizgiler çok masum ya da güven veren bir “duruş göstergesi” sayılarak bizlere emniyette hissi verse de ardını bilmediğimiz belirsizlikler silsilesinde korunma ihtiyacını oluşturanla koruyan neden ikilem oluşturabilir?
Bağımsız olmak, çalışarak hak ettiğimiz özgürcü duruşu sergilemek demektir. Tıpkı yazımızın başındaki horoz gibi kendi çöplüğüyle çiftlikteki yaşamı iyi mukayese edememiş, çiftlikteki horozların ihtiyaçlarını sürekli dışarıdan biri veya birileri tarafından karşılandığını görerek ağzının suyu akmasına engel olamamış ve en sonunda başı kesildiğinde özgürlüğün ne demek olduğunu anlayarak kaçmaya çalışmış bir toplum asimilasyon tamamlandığında pilavın üzerinde getirilmek üzerinde sahibinin keyfini beklemek zorundadır.
Sahibinin canına minnet sıvar kollarını, işe koyulur. İlk önce geldiği çöplüğü unutturmalıdır ona. Beynini hemen boşaltsın ki sahibinin yalan veya doğru fark etmeksizin istediği konularla doldurabilsin. Kurumlanan sahibi ve horoz artık piyesin içindedir. Rol dağılımı yapılmış, oyunculukların sergilenmesi için sahnenin ışıkları dışındaki diğer ışıklar kapanmıştır. Tanrı rolünü oynayan mantığa uymayan şeyler de söylese kendi belirlediği kanunları uygulatmak, kul için emir niteliğindeydi.
Yazımın sonuna yaklaşırken eğri oturup doğru konuşmanın da vaktinin geldiğine inanıyorum. Sadece adı olan bu “modern” zamanda eski çağlarda insafa gelinip yapılmayacak işkenceleri bu dönemde bir toplum başka topluma uygulayabiliyor. Dünya sahneyse bu toplumlar, o sahnede istemediği kişileri markeleyerek kendi bencilliklerini başka rolde yumuşatmaya çalışanlardır. “Hoşgörü” denen güzel bir davranışı siyasetlerine alet ederek anlamı dışına çıkarılmasına göz yumuluyor. Altta yatanlar arasında kıyım, zorlama her şey varken bunun makyajı hoşgörü oluyor.
Ayakta durmaktan zor ayağa kalkabilmektir. Ayağa kalkabilmekse dizlerde hissedilen güçle olur. O hissedilen güç kendi değerlerimizi unutmayıp aynı zamanda daha çok çalışarak birikimle arttırılır. Özel olan daha çekicidir. Herkeste olmadığı için üzerine ilgiyi daha çok toplar. Bir millet kendi özelini ne kadar iyi korursa o kadar iyi de asimile olmaz. Yazımı Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle bitirmek istiyorum: Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyet’in ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.