UYUŞTURUCUYLA MÜCADELEDE ASIL CEPHE: MAHKEME Mİ, AİLE Mİ?

Son yıllarda ülkemizde uyuşturucu madde kullanımı endişe verici boyutlara ulaşmış durumda. Kullanıcı sayısı artarken, bu tehlikenin yaşı da giderek düşüyor. Artık ortaokul çağındaki çocukların dahi madde kullanımına yöneldiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Dahası, birçok kullanıcı zamanla “temin eden” veya “satıcı” konumuna geçmekte; böylece sorun bireysel olmaktan çıkıp toplumsal bir krize dönüşmektedir.

Türk Ceza Kanunu’nda bu konuda açık düzenlemeler yer alıyor. TCK’nın 191. maddesi, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, bulundurmak ya da satın almak fiilini suç olarak tanımlarken; kullanıcının cezalandırılmasından önce tedavi ve denetimli serbestlik tedbirlerini öngörüyor. Buna karşın TCK’nın 188. maddesi, uyuşturucu madde imal ve ticaretini 10 yıldan 20 yıla kadar ağır hapis cezalarıyla yaptırıma bağlıyor.

Yasa koyucu bu düzenlemelerle, kullanıcıyı topluma kazandırmayı; satıcıyı ise caydırmayı hedefliyor. Ancak uygulamada bu çizgi çoğu zaman bulanıklaşıyor. Çünkü uyuşturucu kullanan birçok birey kısa sürede temin zincirinin bir parçası haline geliyor. Dolayısıyla cezai düzenlemeler, madde bağımlılığını önlemede tek başına yeterli olamıyor.

Bugün geldiğimiz noktada sistem, daha çok “krize müdahale” anlayışıyla işliyor. Yani birey maddeye bulaştıktan sonra devreye giriyor. Oysa asıl mücadele, uyuşturucuya başlamadan önce, önleyici politikalarla yürütülmelidir.

Uyuşturucu ile mücadelede yasal çerçeve elbette vazgeçilmezdir. 2313 Sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun, 3298 Sayılı Uyarıcı Maddeler Hakkında Kanun ve 6545 Sayılı Kanun gibi düzenlemeler devletin arz ve talebi kontrol altına alma amacını taşır. Ancak uyuşturucu bağımlılığı, yalnızca bir “ceza hukuku meselesi” değil, aynı zamanda bir toplumsal eğitim ve aile sorunudur.

Çünkü çocuğunu en iyi tanıyan kişi anne ve babadır. Ancak araştırmalar, uyuşturucu kullanan çocukların ilk üç-dört ay içinde aileleri tarafından fark edilmediğini ortaya koymaktadır. Fark edildiğinde ise genellikle süreç çoktan ilerlemiştir.

Bu noktada, tıpkı 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun’da olduğu gibi, risk gruplarının belirlenmesi mümkündür. Okullarda rehberlik servisleri aracılığıyla öğrencilerin aile yapısı, kişilik özellikleri ve çevresel faktörleri dikkate alınarak düşük, orta ve yüksek risk grupları tespit edilebilir. Böylece bağımlılığa yatkın çocuklara erken dönemde psikolojik destek sağlanabilir.

Uyuşturucu ile mücadelede gerçek başarı, yalnızca suçluyu cezalandırmakta değil, potansiyel kurbanı koruyabilmekte yatar. Bu da ancak aile, okul, toplum ve devletin iş birliğiyle mümkün olacaktır.

Unutmayalım; bir gencimizi kaybettiğimizde sadece bir bireyi değil, bir geleceği yitiriyoruz.

 

av.gökhan taşkın uyuşturucuyla mücadele