BİRGÜL YANGIN ASLANOĞLU İLE YAZARLIK VE EDEBİYAT ÜZERİNE YOLCULUK

Gazetemizin bu haftaki röportaj konuğu Birgül Yangın Aslanoğlu oldu.

Reklam
Reklam

Merhaba Birgül Hanım. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Yazarlık yolculuğunuz nasıl başladı?

Merhaba. Yazmaya başlama hikâyemi tek bir tarihe sığdıramam ancak çocukluğumda kitapların dünyasında kendime bir sığınak bulmamla başladı diyebilirim. Sanırım okudukça yazmaya yöneldim, içimdeki sessizliği kelimelerle ifade etme ihtiyacı hissettim. İlk yazma denemelerim lise yıllarımda edebiyat öğretmenimin teşvikiyle ortaya çıktı. Katıldığım yarışmalardan aldığım derecelerle ve yazdığım piyeslerin okulda sahnelenmesiyle “bayan yazar” olarak anılmaya başlamıştım. Bu unvan içimdeki tutkuyu somutlaştırmıştı. Üniversite yıllarında edebiyata olan ilgim akademik bir boyut kazandı. Halk edebiyatında bir ekol olan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun öğrencisi olmak edebi kimliğimin şekillenmesinde önemli bir etkendi. Barış Manço’nun vefatının ardından onun edebiyat dünyası içinde yerini çağdaş bir ozan olarak alabilmesi adına bir tez hazırlamak istediğimde değerli hocam sonuna kadar desteklemişti beni. Akademik çalışmalarımın kitaplaşması yazarlık yolculuğumun ilk somut örnekleri oldu. Zamanla çeşitli dergilerde öykü, inceleme ve denemelerim yayımlandı. Yazmak benim için bir tür kendini bulma süreci oldu. Ama Onetti’nin dediği gibi yazdığım zamanlar dışında yazar değilim.

Sizi yazmaya yönlendiren etken neydi? Yazma gereğini neden hissettiniz?

İnsan yazarak bir anını, zamanın ve mekânın ötesine taşıyabilir ve yazdığıyla varlığını yaşatabilir. Kendinde hapsolmuş bir parçayı dışa aktararak özgürleşir. Yazı, kişinin bu özgürlüğünün abidesi gibi. Yazarak tamamlandığımı düşünüyorum. Benim gibi konuşurken rahat olmayan eskilerin uzlet dedikleri derin bir yalnızlık duygusu hissedenlerin ağzı, dili elleri arasında bir yerlerde saklıdır. Sessiz ama gürültüsüz bir haykırış olduğu için yazıyorum. Varoluşsal bir sancıyı derinden hissettiğim için yazma dürtüsü baskın hayatımda.

Türk Edebiyatına kazandırdığınız eserler ve bu eserlerin arka planında yatan düşünsel süreç hakkında biraz bilgi verir misiniz? Aldığınız ödüller bu yolculukta ne ifade ediyor?

Yazdıklarım hem kişisel yolculuğumun hem de düşünsel arayışlarımın bir yansımasıdır. Akademik çalışmalarla başlayan yazma serüvenimde ilk adımı, Barış Manço’ya duyduğum sevgi ve vefa duygusunun ürünü olan Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço ile attım. Ardından, yüksek lisans tezimin geliştirilmiş hâli olan Geçmişten Günümüze 41 Türk Sinemasında Folklor İzleri yayımlandı. Daha sonra kurmacaya yönelerek çocuk ve gençlik edebiyatına adım attım; Dedemin Köstekli Saati romanım, memleketim Amasya’nın kültürel dokusunu çocukluk anılarımla harmanlarken, Sinem: Deyimler Prensesi dilimizin zenginliğini mizahi bir kurguyla anlatan bir eser oldu. Türkiye’nin farklı illerinden bir araya gelen güncel edebiyatın nabzını tuttuğumuz Söyleşiyorum okuma gurubundan arkadaşlarımla Yediveren adlı bir öykü seçkisi çıkardık. Farklı seçkilerde yer alsam da dost birliğiyle ortaya çıkan Yediveren adlı öykü kitabımız edebiyat yolculuğumda kolektif bir üretimin önemini vurgulayan güzel bir deneyimdi benim için. Zamanla kurmaca benim için yalnızca bir yazın türü değil, varoluşu sorgulamanın bir biçimine dönüştü. Yazarlık yolculuğumda gerçek bir yön değişikliği Serkan Türk’le yollarımızın kesişmesiyle gerçekleşti. Onun eleştirileri, yüreklendirmesi kalemime yön verdi ve öyküye ağırlık verdim.lk öykü kitabım Debbağ sıradan insanların görmezden gelinen hayatlarına bir bakış, bir sorgulama sunarken belleğin, sessizliğin ve kokunun izini süren öykülerden oluşmakta. Gün Dönende adlı kitabım Barış Manço’nun “Dönence” şarkısından ilhamla içsel döngüleri sorgulayan birbirini tamamlayan öykülerden oluştu. Bu öykülerdeki karakterler de bir anlamda kendi dönencelerinde yaşıyor. Hep bir şeyin eşiğindeler. Bir gidişin, bir ayrılığın, bir vedanın, bir uyanışın ... Ama hiçbir zaman o tamlığa ulaşamıyorlar. En son yayımlanan Yaşayan Taş ise kokunun hafızayla kurduğu güçlü bağı sorgulayan, distopik bir evrende bireyin unutulmuş olanla yüzleşme cesaretini anlattığım bir gençlik romanı oldu. Koku duyusundan yoksun bırakılmış, geçmişi unutturulmuş ve sorgulama yetisi törpülenmiş bir toplumun içinde iki karakterin, Anemon ve Itır’ın mücadelesini anlatıyor. Bu roman, bireyin bastırılmış olanla yüzleşme cesaretini bulduğu, unutturulmuş bir efsanenin izini sürdüğü bir hafıza yolculuğu aslında. Akademiden kurmacaya, folklordan varoluşsal sorgulamalara uzanan bu yolculukta her kitap bir sonraki için yol gösterici oldu.

Ödüller yazar için esas amaç değil edebiyat yolculuğunda işaretler sadece. Örneğin, ilk öykü kitabım Debbağ’ın 69. Sait Faik Hikâye Armağanı kısa listesine girmesi, henüz bir ödül kazanmamış olsam da benim için çok kıymetli bir adım oldu. Aynı şekilde, Debbağ ile Üçüncü Yeni Resmi dergisinin Rasim Özdenören Edebiyat Ödülleri’nde ‘Yılın En İyi Öykü Yazarı’ seçilmem, emeğin takdir edildiğini gösteriyor ama asıl önemli olan yazma sürecimin devam etmesi. En büyük doyum yazdıklarımın okurlarla buluşması.

Eserlerinizi kaleme almadan önce nasıl bir hazırlık süreci izliyorsunuz?

Yazma sürecinin en zor kısmı, yazmaya başlamadan önce yaşadığım hazırlık sürecidir. İçimde hâlâ yara olan bir mesele ya da belleğimden atamadığım bir an vardır. O duyguyu yazma isteği hep içimde kalır ama doğrudan değil; onu farklı bir kurgu ve farklı karakterler aracılığıyla anlatmak isterim. Bu yüzden kendimi zorlarım. Öyküde ele alacağım konu üzerine araştırmalar yaparım, bazen farklı meslekleri deneyimlerim. Aslında yazmak, tek bir hayatı yaşamakla sınırlı değil. Eğer yazarsanız, yazdığınız her hikâyeyle birçok hayatı yaşıyorsunuz. Bu süreç bana eşsiz bir deneyim kazandırıyor.

Günümüzde okuma-yazma oranı yüksek olmasına rağmen gazete, kitap ve dergi okumayan geniş bir kesim var. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Erişim açısından bakıldığında belki de insanlık tarihi boyunca hiç olmadığı kadar şanslı bir çağdayız; birkaç saniye içinde binlerce kitaba, makaleye, yazıya ulaşmak mümkün. Ancak meseleye derinlik açısından baktığımızda durum farklı. Teknolojinin sunduğu hız, beraberinde yüzeyselliği de getiriyor. İnsanlar kısa içeriklere yöneliyor; uzun, sabır isteyen metinlere mesafeli duruyor. Bugün çoğu insanın kısa yazılara, sosyal medyanın anlık tüketilen içeriklerine yönelmesi, edebiyatın istediği o yoğun dikkati gölgede bırakıyor.

Ne zamana kadar yazmaya devam etmeyi düşünüyorsunuz? Yeni projeleriniz var mı?

Yazmak benim için yalnızca bir uğraş değil yaşamla kurduğum en doğal nefes alma biçimi. Kelimelerle, cümlelerle ve hikâyelerle içsel dünyamı keşfettikçe bu yolculuk da bitmeyecek gibi görünüyor. Her yeni okuma, her gözlem, her karşılaştığım insan ve olay, bana yeniden yazma isteği veriyor; dolayısıyla yazmayı bırakmayı düşünmüyorum.

Zihnimde uzun zamandır dolaşan bir roman kurgusu var; onu yazmak için doğru zamanın gelmesini bekliyorum. Sanki her kitabın, bir kaderi varmış gibi; bazıları erken dünyaya gelir, bazıları ise kendi olgunluğunu ve doğru anını bekler. Bu bekleyiş, yazının sabrını ve derinliğini öğretiyor bana.

Okurlara, gençlere ve yazmayı düşünenlere ne söylemek istersiniz?

Yazmak sabır, disiplin ve derin gözlem ister; çoğunlukla kendinize, ailenize ve sevdiklerinize ayırdığınız zamanlardan çalarsınız. Karşılığında ise kendinizi, dünyayı ve insanı daha derinlemesine tanıma fırsatı kazanırsınız. Yazan birinin okumayı bırakması düşünülemez. Jorge Luis Borges’in dediği gibi yazdıklarımdan çok okuduklarımla gurur duyarım. Bu söz aslında okumanın yazı için ne kadar besleyici olduğunu özetlemekte.

Gençlere ve yazmayı düşünenlere gelince: Cesur olun. Yazarken hata yapmaktan korkmayın. Çok okuyun, iyi gözlemleyin, hayal gücünüzü serbest bırakın. Yazmayı düşünenler öncelikle sürekli ve nitelikli bir okuma alışkanlığını, dikkatli bir gözlem gücüyle birleştirmeli. Ne kadar çok ve derin okursa kaleminin sesi de o kadar güçlü çıkacaktır.

Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz. 

Her metin ideal okurunu bulduğunda sayısız anlamlar üretir. İdeal okurlara ulaşabilmek dileğiyle bu keyifli söyleşi için esas ben teşekkür ederim.
 

birgül yangın aslanoğlu debbağ çağdaş türk ozanı barış manço geçmişten günümüze 41 türk sinemasında folklor i̇zleri gün dönende yaşayan taş dedemin köstekli saati yediveren sinem deyimler prensesi